Selefilik Nedir? Gerçek Selefilere Sorup Doğruyu Öğrenelim.

Selefilik nedir? Sorusuna Muhammed Nâsiruddin el-Elbânî’den Cevap:

          Soru: Bazı kardeşler Selefilik daveti hakkında, bu davetin takipçileri ve davetçileri tarafından değil de hasımları tarafından söylenen ve yazılan bazı şeyler duymakta ve okumaktadırlar. Tarafınızdan selefi alimlerden ve davetçilerden olmanız bakımından günümüz İslami cemaatleri içerisinde Selefiliğin konumunu açıklamanızı rica etmekteyiz.

          Muhammed Nâsiruddin el-Elbânî: Ben buna benzer birçok suale cevap verdim. Fakat soru gelmesi hasebiyle yine cevap vermek gerekir.
Derim ki: Hakikat kendisi için ortaya çıktıktan sonra hiçbir Müslüman’ın tartışamayacağı hak bir sözü ifade ediyorum: İlk olarak; Selefilik daveti neye nispet edilmektedir?
Selefilik, selefe nispet edilir. Dolayısıyla Müslüman ilim adamları nezdinde selef” kelimesi kullanıldığında selefin kim olduğunu bilmemiz gerekir. Bunun ardından bu nispet ve bu nispetin mana ve delaletindeki ağırlık anlaşılabilir.

          Selef; Rasulullah (s.a.s)’in lehlerinden hayır şahitliği bulunduğu ilk üç asırdır.Bu, Sahihayn (Buhari ve Muslim) ve diğer kaynaklarda bir grup sahabenin Rasulullah (s.a.s)’den rivayet ettiği sahih mütevatir hadiste sabittir. Bu hadiste Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: ‘’İnsanların en hayırlısı benim çağımdır. Sonra onların ardından gelenler, sonra onların ardından gelenler.’’ Rasulullah (s.a.s)’in lehlerinde hayır yönden tanıklık ettiği ilk üç asırdakilerdir. Selefilik işte bu selefe mensubiyettir. Selefiler o selefe mensupturlar. Selef ve Selefiliğin manasını öğrendiğimize göre iki şey söyleyeceğim:

          Birincisi: Bu mensubiyet, günümüz İslam toprakları üzerinde mevcut diğer cemaatlerde olduğu gibi bir şahsa veya şahıslara mensubiyet değildir. Bu bir kişiye onlarca kişiye mensubiyet değildir. Bu mensubiyet, ma’sumiyete mensubiyettir. Çünkü Selef-i Salihin’in herhangi bir dalalet üzere birleşmeleri mümkün değildir. Halefte ise durum bunun hilafınadır. Halefle ilgili olarak şeriatta bir övgü yer almış değildir. Bilakis onların çokları hakkında yergi söz konusudur. Önceki hadisin devamında Rasulullah (s.a.s) söyle buyurmuştu: ‘’Sonra onların ardından şahitlik yapmaları istenmediği halde şahitlik yapan birtakım topluluklar gelecek…’’ Nitekim Rasulullah (s.a.s) bu hususta başka bir hadiste işaret etmiştir ki o hadiste bir grup Müslüman’a övgü yer alırken hadisin mefhumuna göre halef için de yergi söz konusudur.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur. ‘’Ümmetimden bir grup hak üzere muzaffer olmaya devam edecektir. Onlara muhalefet eden, Allah’ın emri gelene’’ veya ‘’kıyamet kopana dek onlara zarar veremeyecektir.’’ Bu hadis övgüyü ahir zamanda bir taifeye tahsis etmiştir. Taife; az sayıdaki topluluk demektir. Sözlükte taife kelimesi bir kişi ve yukarısı için kullanılır. Selefilik konusunda bu manayı, selefiliğin selef cemaatine mensubiyet olduğunu ve Selef-i Salihin’in üzerinde bulunduğu şeye Müslümanların sarılmaları bakımından selefin ma’sum olduğunu öğrendiğimize göre az önce işaret ettiğim ikinci hususa geçebiliriz. Bu da şudur: Bu durumda her bir Müslüman bu mensubiyeti ve ma’sumiyeti nereye attığını bilir. Dolayısıyla bu bilgi ve açıklamanın ardından Müslüman’ın bundan beri kalması imkansızdır. Bu apaçık bir husustur. Diyorum ki: Müslüman için selefi olmaktan başkası imkan dışıdır. Çünkü bizler selefiliğe mensubiyetin ma’sumiyete mensubiyet manasından olduğunu anladık. Bu masumiyeti nereden aldık? Biz onu haleften bazısının hakka muhalefet konusunda delil olarak kullandıkları bir hadisten alıyoruz. Çoğunluğa halefin cumhurunun üzerinde bulunduğu şeye tutunma konusunda bu hadisi delil göstermektedirler. Hadis şöyle: ‘’Ümmetim asla dalalet üzere birleşmez.’’ Bu hadisin aralarında köklü ihtilaflar bulunan halef için uygulanması doğru değildir. Ümmetim asla dalâlet  üzere birleşmez.’’ Bunun günümüzde Müslümanların içinde bulundukları gerçeklik için tatbik edilmesi mümkün değildir. Bu kötü gerçekliği inceleyen herkesin bildiği bir husustur bu. Bizden önceki Yahudi ve Hristiyanların içine düştükleri durumu açıklayıcı mahiyette gelen ve Rasulullah (s.a.s)’den sonra Müslümanların düşecekleri tefrika hakkındaki sahih hadisler de buna eklenir. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Yahudiler yetmiş bir fırkaya, Hristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Biri hariç hepsi cehennemdedir.” Dediler ki: O hangisidir, ey Allah’ın Rasulu? “O cemaattir.” buyurdu. Bu cemaat; Rasulullah (s.a.s)’in cemaati, geçen hadisin kesin olarak uygulanacağı cemaattir: ‘’Ümmetim asla dalalet üzere birleşmez.’’ Bu hadisle maksat, Rasulullah (s.a.s)’in Fırka-i Naciye olduklarına hükmettiği sahabeler ve onların yolunu takip edenlerdir.

          Selef-i Salihin, Rabbimiz Azze ve Celle’nin Kur’an-ı Kerim’de kendilerine muhalefet etmekten ve onlardan başkalarının yollarını izlemekten sakındırdığı kimselerdir. Şöyle buyurmuştur: “Kendisi için dosdoğru yol belli olduktan sonra, kim Rasul’e karşı gelir ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakır ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (Nisa Suresi 115) Ben, birçok münasebetle kardeşlerin dikkatlerini, Rabbimiz Azze ve Celle’nin bu ayetteki  “müminlerin yolundan başka bir yola giderse” sözünü Rasul’e karşı çıkmaya atfederek bağlamasının hikmetine çekmişimdir. Bundaki hikmet nedir? Bu ayet, bu cümle çıkarılarak “Kim Rasul’e karşı çıkarsa onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir” şeklinde olsa, Rasulullah (s.a.s)’e karşı çıkanları uyarıda bulunup sakındırma maksadı ve karşılaşacağı kötü son hükmü için yeterli gelir. Ayet böyle değildir. Buna “ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse” sözünü eklemiştir. Bu boş yere midir?! Haşa! Allah kelamında boş bir şey yoktur. O halde gaye nedir? Bu cümlenin, “ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse” cümlesinin Rasulullah’a (s.a.s) karşı çıkmaya atfedilerek bağlanmasının hikmeti nedir? İmam Şafii’nin sözüne göre hikmet, bu ayet ile delil getirmiş olduğu icmâdır. Yani kim az önceki ifademizde olduğu üzere genel olarak ma’sumiyete sahip olan ve Rasulullah (s.a.s)’ın Fırka-i Naciye olduklarına şehadette bulunduğu sahabilerin yolundan başka bir yola girerse, kim onların yoluna girerse… İşte onlar kıyamet gününde Allah’ın azabından kurtulmak isteyen kimseler için yollarına muhalefet edilmesi caiz olmayan kimselerdir. Bu nedenle Allah Te’ala “Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Rasul’e karşı gelir ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakır ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” buyurmuştur. Öyleyse bugün ahir zamanda Müslümanlara düşen şu iki şeyi iyi bilmektir: Birincisi: Bu ayette zikredilen Müslümanlar kimlerdir? Sonra Allah Azze ve Celle’nin Selef-i Salihin olan sahabilerin ve onların yollarından giden kimseler için murad ettiği hikmet nedir? Bu sorunun cevabı veya bu hikmetin ne olduğu geçmişti. Sözün özü; sahabiler vahyin nazil olduğu zaman en yakın kimselerdir. Rasulullah (s.a.s)’ın ağzından vahyi taze taze almışlardır. Bu bir…

Sonra aralarında yaşamış olan Rasullerine, Kur’an’da belirtilen ve birçoğu kendine ait sözlerde geçen hükümleri uygularken şahit olmuşlardır. Halef ise böyle bir üstünlüğe Kur’an’ı ve Rasulullah (s.a.s)’in hadislerini direkt olarak kendisinden dinlemek gibi bir üstünlüğe sahip değildir. Ayrıca Rasulullah (s.a.s)’ın Kitab ve Sünnet’in nasslarını pratik olarak tatbik edişine de şahit olmamışlarıdır. Sünnette belirtilen bir hikmet de Rasulullah (s.a.s)’ın ‘’Haber gözle görmek gibi değildir.’’ sözüdür. Şair de şu sözünü bundan hareketle söylemiştir: ‘’Hiç gören duyan gibi olur mu?’’ Öyleyse Rasulullah (s.a.s)’e tanık olmayanlar ona şahit olup kelamı ondan direkt olarak işiten ve pratik uygulamaları ondan gören sahabelere benzemezler.

Günümüzde bazı İslamcı davetçilerin dillerinde olan çağdaş bir söz vardır. Gerçekten güzel bir sözdür. Fakat bu sözden daha da güzeli, bu sözü hakiki bir gerçeklik haline getirmemizdir. Konferanslarında, vaazlarında, nasihatlerinde İslam’ı yeryüzünde dolaşan bir realite haline getirmemiz gerekmektedir, derler. Güzel bir söz. Fakat İslam’ı Selef-i Salihin anlayışı ışığında anlamadığımız zaman, dediğimiz gibi bu güzel şiirsel sözü gerçekleştirmemiz, İslam’ı yeryüzünde dolaşan bir hakikat haline getirmemiz mümkün olmaz. Bunu başaranlar Rasulullah (s.a.s)’ın ashabıdır. Başarıları iki sebepten ötürüdür: Kelamı direkt olarak kendisinden işitmiş ve en iyi şekilde kavramışlar ve sonra fiili açıklamaya ihtiyaç duyan konularda Rasulullah (s.a.s)’ın kendilerine fiili olarak beyan ettiğini görmüşlerdir. Burada sizlere çok açık bir misal vereceğim Kur’an-ı Kerim’i açıklayan sünneti bilmeden Müslümanın bu ayeti anlaması mümkün değildir. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için Zikr’i indirdik.” (Nahl Suresi 44) Mesela Allah Te’ala şöyle buyurmuştur: “Hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadının ellerini kesin!” Şimdi zamanımızın Arap Dili alanında sibeveyhini getirin bize bu Ayet-i Kerime’yi tefsir etsin. ‘’Hırsızlık eden erkek’’ kimdir? Dil bakımında hırsızlık eden erkeği tarif edemez. El nedir? Ahir zaman sibeveyhi bu iki soruya cevap veremez. Yapabilecek veya elin kesilmesine müstehak olan hırsız kimdir? Bu hırsız için kesilmesi gereken el nedir? Sözlük şunu der: Hırsız: Bir yumurta çalan kişi hırsızdır. El bu nedenden dolayı şuradan veya buradan ya da başka gir yerden kesilse yine de eldir. Fakat cevap şudur: Geçen ayeti, ‘’İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için Zikr’i indirdik.’’ Hatırladığımız zaman cevap ortaya çıkar. Rasulullah (s.a.s)’ın Kur’an’la ilgili açıklaması vardır. Bu açıklamayı Rasulullah (s.a.s) özellikle bu ayetle ilgili fiilen bir misal uygulamıştır. Diğer ayetlerde ve daha fazlasından da uygulamıştır. Zira usul ilmini okuyan kimse usul ilminde umum – husus, mutlak – mukayyed, nasih – mensuh gibi altına yüzlerce olmasa da onlarca nassın, sünnette varid olan genel nassların girdiği mücmel sözcükler çoktur. Diğer sorulara da cevap verebilmek için sözü daha fazla uzatmak istemiyorum.

Şeyh Muhammed Nâsiruddin el-Elbânî

Muhammed Nâsırüddin el-Elbânî Selefilik Nedir?

You may also like...