Anasayfa > Selefilik > Selefiliğin Kuran ve Sünnete Olan Bağlılığı

Selefiliğin Kuran ve Sünnete Olan Bağlılığı

Selefilerin Kur'an ve Sünnete Olan Bağlılığı

Selefilik, adını İslam’ın ilk üç neslinden alan “Selef-i Salih” kavramından alır. Bu ilk üç nesil; sahabeler, tabiîn ve tebe-i tabiîndir. Selefiler, bu nesillerin Kuran ve Sünneti anlama ve uygulama biçiminin en doğru ve saf hali olduğunu savunurlar. Dolayısıyla Selefi anlayışta İslam’ın temel değer ölçüsü Kuran ve Sünnet’tir. Bu iki kaynağa mutlak bir teslimiyet ve itaat esastır. Selefiler, Kuran ve Sünnet ‘in dışında hiçbir otoriteyi kabul etmezler ve dini konularda bu iki kaynağa aykırı olan her türlü görüş ve uygulamayı reddederler. Selefiliğin Kuran ve Sünnet’e olan bağlılığının ve bir Müslüman için neden böyle olması gerektiğinin delilleri ile beraber anlatmaya çalışacağız.

Selefi düşüncenin temelinde, Allah’ın kullarına hem Kuran’a hem de Resulullah (s.a.v)’in Sünneti‘ne uymasını emretmesi ve bu iki kaynaktan ayrılmanın sapkınlığa yol açacağını bildirmesi yatar. Kuran’da pek çok ayet bu hususu açıkça ortaya koymaktadır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ ۖ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِن ‫‫كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۚ ذَٰلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا”

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan idarecilere de (itaat edin). Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, -Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız- onu Allah’a ve Resul’une götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisa 59)

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ ۗ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ‫‫ضَلَالًا مُبِينًا

(Ahzab: 36) – “Allah ve Resulü, bir işe hükmettikleri zaman, mü’min erkek ve mü’min kadının kendi işlerinde artık başka bir şeyi seçmeye hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resul’üne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”

‫”مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ ۚ وَمَنْ تَوَلَّىٰ فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا”‫

(Nisa: 80) – “Kim Resule itaat ederse, muhakkak Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, (bil ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.”

‫”قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ ۗ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ”‫

(Âl-i İmran: 31) – “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

‫”وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا”‫

(Âl-i İmran: 103) – “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kuran’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.”

Resulullah (s.a.v)’in şu hadisi de Kuran ve Sünnet ‘in önemini açıkça ortaya koyar:

‫‫تركت فيكم أمرين لن تضلوا ما تمسكتم بهما: كتاب الله وسنة رسوله‫‫ ‫

“Size iki şey bırakıyorum; bunlara sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz. O da Allah’ın kitabı Kur’an ve Resul’ünün sünnetidir.” (Malik, Muvatta, 2/899)

Selefi alimler, Kuran ve Sünnet ‘in bu merkezi rolünü eserlerinde ve fetvalarında sürekli vurgulamış ve Müslümanları bu iki kaynağa sımsıkı sarılmaya çağırmışlardır. Selefiler Kuran ve Sünneti anlama ve uygulamada akla ve mantığa da yer verirler, ancak akıl, Kuran ve Sünnete aykırı bir şekilde kullanılamaz. Akıl, bu iki kaynağı daha iyi anlamaya ve hayata tatbik etmeye yardımcı bir araç olarak görülmelidir.

Kuran ve Sünnet’e Olan Bağlılığın Gerekliliği

Selefilik, İslam’ın özüne dönüşü ve ilk nesillerin “Asr-ı Saadet” olarak adlandırılan dönemindeki saf ve berrak anlayışı esas alır. Bu anlayışın temelini de Kuran ve sünnete mutlak bir itaat oluşturur. Zira Selefiler, dini anlamanın ve yaşamanın tek yolunun bu iki kaynağa sıkı sıkıya sarılmaktan geçtiğine inanırlar. Selefiler için Kur’an ve Sünnete bağlılığın gerekliliği, İslâm’ın özünden kaynaklanır.

Zira Allah Teâlâ, kullarına din olarak yalnızca İslâm’ı seçmiş ve bu dini de Kur’an ve Sünnet ile tamamlamıştır. Bu gerçeği vurgulayan bazı ayetler şunlardır:

‫اْلَيْوَم َأْكَمْلُت َلُكْم ِديَنُكْم َوَأْتَمْمُت َعَلْيُكْم ِنْعَمِتي َوَرِضيُت َلُكُم اِلْسَلَم ِديًنا‫

“Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.” [Mâide, 3]

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

‫(يا أيها الذين آمنوا أطيعوا الله وأطيعوا الرسول ولا تبطلوا أعمالكم)‫

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin! Peygambere itaat edin! Amellerinizi boşa çıkarmayın.” (Muhammed, 47/33)

‫(وما آتاكم الرسول فخذوه وما نهاكم عنه فانتهوا واتقوا الله إن الله شديد العقاب)‫

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr, 59/7)

Bu ayetler, Allah’a ve Resulüne itaatin önemini vurgularken, bu itaatin de ancak Kuran ve Sünnete uymakla mümkün olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Selefi anlayışa göre, Müslümanlar için Kuran ve Sünnete bağlılık bir tercih değil, bir zorunluluktur. Bu zorunluluğun temelinde şu esaslar yer alır:

  1. Allah’ın Emri: Allah, Kuran’da defalarca kullarını hem Kuran’a hem de Resulullah (s.a.v)’in Sünneti‘ne uymaya çağırmıştır. Yukarıda bahsettiğimiz Ahzab 36. ve Nisa 80. ayetler, bu emri açıkça ortaya koymaktadır. Allah’a itaat ise her Müslüman için farzdır.
  2. Resulullah (s.a.v)’in Vasiyeti: Resulullah (s.a.v) de, veda hutbesinde ve diğer hadislerinde ümmetine Kuran ve Sünnet’e sıkı sıkıya sarılmalarını vasiyet etmiştir. “Size iki şey bırakıyorum; bunlara sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz. O da Allah’ın kitabı Kur’an ve Resul’ünün Sünneti’dir.” hadisi, bu vasiyetin en açık ifadelerinden biridir.
  3. Sapkınlıktan Korunma: Selefiler, Kuran ve Sünnet‘ten uzaklaşmanın bireyleri ve toplumu sapkınlığa ve tefrikaya sürükleyeceğine inanırlar. Zira Kuran ve Sünnet, Müslümanlar için doğru yolu gösteren birer kılavuz ve pusula niteliğindedir. Bu kılavuzdan uzaklaşanlar ise, karanlıkta yolunu kaybetmeye mahkumdur.
  4. İslam’ın Doğru Anlaşılması ve Yaşanması: Selefiler, Kuran ve Sünnet‘in İslam’ın doğru anlaşılması ve yaşanması için vazgeçilmez olduğunu savunurlar. Bu iki kaynaktan bağımsız bir İslam anlayışı ve yaşayışı mümkün değildir. Selefiler, “Kuran bize neyi emrediyor?”, “Resulullah (s.a.v) bu konuda nasıl bir uygulamada bulunmuş?” gibi sorularla hareket ederek, dini bu iki kaynağın ışığında anlamaya ve yaşamaya çalışırlar.
  5. Tevhid İnancının Korunması: Selefiler, Kuran ve Sünnet’e bağlılığın tevhidi inancı korumanın en önemli şartı olduğunu vurgularlar. Zira bu iki kaynak, Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu sürekli hatırlatır ve insanları şirke düşmekten korur.

Kuran ve Sünnet’e bağlılık, Selefi anlayışın temelini oluşturur. Bu bağlılık, onların dini anlama, yorumlama ve yaşama biçimlerini belirler. Selefiler, Kuran ve Sünnet’in her zaman ve her yerde geçerli olduğuna, bu iki kaynağın bütün zamanların ve mekanların ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde kapsamlı ve mükemmel olduğuna inanırlar.

Selefilerin Kur'an ve Sünnete Olan Bağlılığı

Kuran ve Sünnet’e Bağlılığın Önündeki Mâniler

Selefiler, İslam tarihinde zaman zaman Kuran ve Sünnet’e bağlılığın önünde bazı engellerin çıktığını ve bunların ümmeti olumsuz etkilediğini belirtirler. Selefi alimler, bu engellerle mücadele etmenin ve Müslümanları bu tehlikelere karşı uyarmanın önemini her daim vurgulamışlardır. Bu engellerin başlıcaları şunlardır:

Kuran ve Sünnet’e Bağlılığın Önündeki Birinci Mâni Taklit

Selefiler, herhangi bir alim ya da mezhebin görüşlerini sorgulamadan ve delillerini araştırmadan körü körüne kabul etmenin -taklit- Kuran ve Sünnet’e olan bağı zayıflattığını savunurlar. Onlara göre taklit, akıl ve muhakemenin önünü tıkar, zihinleri köreltir ve insanları düşünmeden, sorgulamadan başkalarının peşinden gitmeye alıştırır. Bu durum ise, İslam’ın özüne ve ruhuna aykırıdır.

Taklit, Kuran ve Sünnet‘in anlaşılması ve uygulanması sürecinde bir aracıya ihtiyaç duymadan doğrudan bu iki kaynağa yönelmeyi engeller. Selefiler, her Müslümanın Kuran ve Sünnet’i anlamak ve yorumlamak için gerekli çabayı göstermesi gerektiğini vurgular.

“Şüphesiz ki siz, sizden öncekilerin yolunu karış karış, kulaç kulaç takip edeceksiniz. Hatta onlar bir keler deliğine girseler, siz de onların ardından gireceksiniz” (Buhari 7320)

لَتَتْبَعُنَّ سَنَنَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ شِبْرًا شِبْرًا وَذِرَاعًا بِذِرَاعٍ، حَتَّى لَوْ دَخَلُوا جُحْرَ ضَبٍّ تَبِعْتُمُوهُمْ ‏”‏‏.‏ قُلْنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ الْيَهُودُ ‫‫وَالنَّصَارَى قَالَ ‏”‏ فَمَنْ ‏”‏‏.

Nitekim İslam’ın büyük imamları dahi kendi görüşlerinin mutlak doğru olarak kabul edilmesini istememiş, aksine her zaman Kuran ve Sünnet’e başvurulmasını tavsiye etmişlerdir.

İmamların içtihat ve fetvalarında delile muhalif olan sürçme dediğimiz yanılgı ve hatalarında, o hataları alarak, nesilden nesile ‘dedi ki ve denildi ki’ ile taşımak ve onları imamların aleyhine yaşatmak, o imamlara karşı en büyük saygısızlıktır. Hatta bu onlara karşı en büyük ihanettir. Kanaatime göre, İmam Tahavi’nin: ‘Ancak taassup ehli veya kafası çalışmayan kimseler taklitçilik yapar’ demesinin sebebi budur. (İbn Abidin 1/32-Resm’ul Mufti)

İmam Malik ise mezhebi taassubu yerme babında aynen şöyle diyor: ‘Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) den sonra ve onun dışında istisnasız herkesin sözü alınır da terk edilir de (İbn Abdu’lberr 2/91-el Cami)

İmam Şafii hadis alimleri tarafından benim görüşüme aykırı bir hadis rivayet edilirse ben o görüşten sağlığımda da ölümümden sonra da rücu ederim. (Fulani, S:104 İkaz’ul Himem)

İmam Ahmed ise Sünnet’e bağlılık ve taklidi yerme hususunda imamların en ileri gelenleri idi. Bunu misallendirmek için İmam Ahmed ile İmam Ebu Davud arasında geçen konuşmayı burada naklediyorum. Ebu Davud Ahmed’e sorarak: Evzaï’ye Malikten daha fazla mı ittiba ediliyor?” Dediğimde bana: ‘Beni taklit etme. Maliki, Şafii’yi, Evzaî’yi ve Şafii’yi de taklit etme. Sen de onların aldığı kaynaktan al’ demiştir (Fulani, S:13 İkaz’ul Himem)

İbni Kayyım el-Cevziyye de “Taklit Risalesi” adlı eserinde taklidin zararlarına dikkat çekerek şöyle demiştir: *”Taklit, şeriatın gereğinden değil, bilakis şeriatın zıddıdır. Şeriatın gereği olan şey delile tabi olmaktır. Taklitçi hakkı batıldan ve yeniyi eskiden ayırt edemez. Daha da garibi imamlar kendilerinin taklit edilmelerini onlara yasakladığı halde taklitçiler bu hususta imamlarına muhalefetle asi olmuş ve şöyle demişlerdir: ‘Biz onların mezhebi üzere devam etmekteyiz.’ Oysa bunu yapmakla imamların, mezheplerini üzerine bina ettikleri usullerine muhalefet etmişlerdir. Çünkü imamlar, görüşlerini delil üzerine bina etmiş ve taklidi de yasaklamışlardır. Delil zahir olduğunda kendi sözlerini terk ederek, delile tabi olmalarını vasiyet etmişlerdir.

Kuran ve Sünnet’e Bağlılığın Önündeki İkinci Mâni Bidat

İslam’a sonradan sokulan ve Kuran ve Sünnet’te dayanağı olmayan her türlü inanç ve uygulama, Selefi anlayışta “bidat” olarak kabul edilir. Selefiler, bidatlerin dinin saflığını bozduğunu, toplumsal tefrikaya yol açtığını ve insanları Allah’ın rızasından uzaklaştırdığını savunurlar.

Resulullah (s.a.v), dinde bidat çıkarma konusunda şu uyarıda bulunmuştur:

‫فإنَّ خَيْرَ الحَديثِ كِتابُ اللهِ، وَخَيْرُ الهُدى هُدى مُحَمَّدٍ، وَشَرُّ الأُمُورِ مُحْدَثاتُها، وَكُلُّ بدْعَةٍ ضَلالَة‫

“… Sözlerin en hayırlısı Allah’ın kitabı, yolların en hayırlısı Muhammed’in (s.a.v) yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlardır ve her bidat dalalettir …” (Muslim 867)

إنَّ أصدقَ الحديثِ كتابُ اللَّهِ، وأحسنَ الْهديِ هديُ محمَّدٍ وشرَّ الأمورِ محدثاتُها وَكلَّ محدثةٍ بدعةٌ وَكلَّ بدعةٍ ضلالةٌ وَكلَّ ‫‫ضلالةٍ في النّارِ

‫الراوي: جابر بن عبدالله • الألباني، صحيح النسائي (١٥٧٧)‫

“Sözlerin en doğrusu Allah’ın sözü, yolların en doğrusu Muhammed (s.a.v)’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlardır ve sonradan çıkarılan her şey bidat, her bidat dalalet, her dalalet de ateştedir” (Nesai 1578)

Kuran ve Sünnet’e Bağlılığın Önündeki Üçüncü Mâni Heva ve Hevese Uymak

Kuran ve Sünnet‘in yerine kişisel görüşlere, arzulara ve çıkarlara göre hareket etmek de Selefilerin şiddetle reddettiği bir tutumdur. Onlara göre, heva ve hevese uymak, insanı Allah’ın yolundan saptırır, nefsin kölesi haline getirir ve ahirette hüsrana sürükler. Allah (c.c) bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَٰهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَىٰ عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَىٰ سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَىٰ بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَنْ يَهْدِيهِ مِنْ بَعْدِ ‫‫اللَّهِ ۚ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ”

(Casiye: 23) – “Hevasını kendine ilâh edineni gördün mü? Allah, onu bilerek saptırmış, kulağını ve kalbini mühürlemiş, gözünün üzerine de perde çekmiştir. Allah’tan sonra artık onu kim doğru yola iletebilir? Hâlâ düşünmüyor musunuz?”

Resulullah (s.a.v), hem bidatten sakınmanın hem de Kuran ve Sünnet’e sıkı sıkıya sarılmanın önemini şu hadisiyle vurgulamıştır:

‫”ف‫عليكم بسنتي وسنة الخلفاء الراشدين المهديين من بعدي، عضوا عليها بالنواجذ، وإياكم ومحدثات الأمور، فإن كل ‫‫محدثة بدعة، وكل بدعة ضلالة”

“Benim Sünnetime ve benden sonra hidayete erdirilmiş Raşit halifelerin Sünnetine sarılın. Ona azı dişlerinizle ısırır gibi sarılıp, bırakmayın. Dinde sonradan ortaya çıkan işlerden sakının. Çünkü dinde sonradan ortaya çıkan her şey bidattir ve her bidat sapıklıktır.” (Kaynak: Ebu Davud 4607, Sahiha 2735)

Kuran ve Sünnet’e Bağlılığın Önündeki Dördüncü Mâni Cehalet

Cehalet, dinin doğru bir şekilde bilinmemesi ve anlaşılmamasıdır. Kuran ve Sünnet’in doğru anlaşılması için ilim sahibi olmak şarttır. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

‫طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِم‫

“İlim öğrenmek her Müslüman üzerine farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 17)

Kuran ve Sünnet’e Bağlı Kalmamanın Olumsuz Sonuçları

Selefi anlayışa göre, Kuran ve Sünnet’e bağlı kalmamanın hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yıkıcı sonuçları vardır. Bu sonuçlar, dünya hayatını olduğu kadar ahireti de kapsar ve kişinin hem bu dünyada hem de ahirette hüsrana uğramasına sebep olabilir.

İşte Kuran ve Sünnet‘ten uzaklaşmanın bazı olumsuz sonuçları:

Sapkınlık ve Bidat:

Kuran ve Sünnet‘ten uzaklaşanlar, zamanla İslam’ın temel esaslarından saparak doğru yoldan çıkarlar. Bu sapma, bidatlerin doğmasına ve yayılmasına zemin hazırlar. Bidatler ise, dinin saflığını bozar, toplumsal tefrikaya yol açar ve insanları cehennem azabına sürükler.

Kuran ve Sünnet’ten uzaklaşmak, sapıklık ve dalalete yol açar. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

‫مَنْ عَمِلَ عَمَلًا لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَد‫

“Her kim, bizim bu işimizde (dinimizde) ondan olmayan bir şeyi ihdas ederse, o merduttur (kabul edilmez).” (Buhari, Sulh, 5; Müslim, Akdiye, 17)

Tefrika ve Çatışma:

Kişisel görüşlere ve yorumlara dayalı farklı anlayışlar, Müslümanlar arasında bölünmelere ve çatışmalara yol açar. Kuran ve Sünnet’e bağlı kalmak yerine taklit yolunu seçmek, bu bölünmelerin ve çatışmaların en önemli sebeplerinden biridir. Zira her mezhep veya grup, kendi imamının veya liderinin görüşlerini mutlak doğru kabul eder ve diğerlerini reddeder.

Kuran ve Sünnet’e bağlı kalmamak, Müslümanlar arasında ihtilaf ve bölünmelere yol açar. Allah Teâlâ, Kuran’da şöyle buyurur:

‫وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا‫

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kuran’a) sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin.” (Ali İmran, 3:103)

Bu ayet, Müslümanların birlik ve beraberlik içinde olmalarını ve Kuran’a sımsıkı sarılmalarını emreder. Kuran ve Sünnet’e bağlı kalmamak, bu birlik ve beraberliğin bozulmasına yol açar.

Manevi Zayıflık:

Kuran ve Sünnet‘in rehberliğinden mahrum kalan Müslümanlar, manevi anlamda zayıf düşerler. Kalpleri katılaşır, imanları zayıflar ve Allah’a olan sevgileri ve bağlılıkları azalır. Bu durum, onları günahlara karşı daha savunmasız hale getirir ve dünya hayatının geçici zevklerine daha kolay kapılmalarına sebep olur.

Dünya Hayatında Hüsran:

Kuran ve Sünnet, sadece ahiret hayatıyla ilgili hükümler içermez, aynı zamanda dünya hayatının nasıl yaşanması gerektiği konusunda da detaylı bilgiler ve prensipler sunar. Bu prensiplere uymayanlar, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde sıkıntılar yaşar, huzur ve mutluluktan uzaklaşır ve dünya hayatında hüsrana uğrarlar. Kur’an ve Sünnet’i terk eden toplumlar, zamanla zayıflamış ve gerilemişlerdir. Çünkü Allah Teâlâ, yalnızca dinine ve Rasulu (s.a.s)’in Sünneti’ne uyan kullarına yardım vaadinde bulunmuştur.

Ahirette Ceza:

Kuran ve Sünnet’e uymayanlar, Allah’ın gazabına uğrar ve ahirette cezalandırılırlar. Zira Allah, kullarını bu iki kaynağa uymakla sorumlu tutmuştur. Ahiretteki cezanın şiddeti ise, kişinin dünya hayatındaki isyanının derecesine göre değişir. Kuran’da bu husus şöyle belirtilir:

‫”وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا”‫

(Cin: 23) – “Kim Allah’a ve Resul’üne karşı gelirse, işte onun yeri, içinde ebedî kalacağı cehennem ateşidir.”

Sonuç

Selefilik, Kuran ve Sünnet’e bağlı kalmanın önemini sürekli vurgulayan ve Müslümanları bu iki kaynağa sımsıkı sarılmaya çağıran bir akımdır. Selefiler, taklit, bidat ve heva ve hevese uymak gibi engellerin, insanları bu iki kaynaktan uzaklaştırdığını ve bu durumun da hem dünya hayatında hem de ahirette olumsuz sonuçlar doğurduğunu vurgularlar.

Naslara, meselenin aslına inmeyen biri, alimlerin görüşleri arasında kaybolur. Şimdiki gençlerin bu ihtilaflarda kurtulamayıp deizme yönelme sebebi budur.

Unutmayalım ki Kuran ve Sünnet, tıpkı engin bir denizde yolunu kaybeden gemiye yol gösteren birer deniz feneri gibidir. Bu fenerlerin ışığından uzaklaşanlar, karanlıkta kaybolmaya mahkumdur. Kuran ve Sünnet’e sıkı sıkıya sarılmak, doğru yolu bulmanın, sapkınlıktan korunmanın, manevi huzura ermenin ve ahirette kurtuluşa ulaşmanın yegane yoludur.

Selefilik'in Kuran ve Sünnete Olan Bağlılığı Nisa 59. Ayet

Soru Bölümü