Selefiler ile Hariciler arasındaki fark doğu ile batı arasındaki mesafe kadardır. Fakat bu farklar önemli detaylarda saklı olması sebebiyle ilmi olmayana gizli kalmıştır. Malumunuz Ali (r.a) zamanında kendisiyle beraber savaşa çıkan ordunun içinden türeyen bâtıl bir topluluktur Hariciler. Bunu neden bu şekilde aktardık? Ali (r.a) ve beraberindekilere çok benziyorlardı. Zaten o ana kadar beraberdiler. Ayrılmalarına sebep olan hususları maddelere döksek bir-ikiyi geçmez. Bu yüzden Selefiler ile Haricileri karıştıranlar çok oluyor maalesef.
“Bu kadar az bir mesele nasıl oluyor da doğu ile batı arasındaki gibi bir fark doğuruyor” dediğinizi duyar gibiyim. Bu hususlar itikadi detaylar barındırması sebebiyle kişinin haktan inhirafına sebep olmaktadır. Bu yazımızda Selefiler ile Hariciler arasındaki farkı açıkça anlatmaya çalışacağız.
Sitemizde Selefiliğin menhecini anlatan önemli başlıklardan olan Selefi Salih’in Akidesi, Selefilik Ehli Sünnetten Midir, gibi konulara vakıf olup Selefilik konusundaki hususları ve tanımları kaynaklarından bilmesine rağmen adaletsizce Selefilere olmadık yakıştırma yapanlar da var. Bunlar sahip oldukları ‘din iktidarını’ kaybetmek istemeyen tipler olduğunu düşünüyoruz. Allah (c.c) onları ıslah etsin.
Şunu da biliyoruz ki Selefilere (Ehl-i Sünnet-i Hassa) bu tavır, yüzyıllardır reva görülmektedir. Selefimizin kitaplarında bunları okuyoruz. Sığınağımız ancak Allah (c.c)’tır. (O’nu tüm noksanlıklardan tenzih ederiz.)
Mülahazalar:
İslam tarihine baktığımız zaman her dönemde hak yoldan inhiraf eden zümrelerin varlığını görürüz. Kuran ve Sünnet’te de bu sapmaların örnekleri çokça verilir. Mesela Bakara 213. Ayet, haktan inhirafın yani şirkin bidayetini haber verir:
İnsanlar tek bir ümmetti. Sonra Allah müjdeleyici ve uyarıcı nebiler gönderdi. Onlarla birlikte, insanlar arasında ayrılığa düştükleri konularda hükmetmeleri için hak olarak Kitab’ı indirdi. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra aralarındaki kıskançlıklarından, kinlerinden dolayı bu (Kitap) hakkında ayrılığa düşenler kendilerine Kitab verilmiş olanlardan başkaları değildir. Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların üzerinde ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah dilediğini doğru yola iletir.
Rasulullah (s.a.s) da birçok hadislerinde hakkın bir, batılın muhtelif olduğunu bildirir. Hatta henüz kendisi hayatta iken kendisinden sonra vuku’ bulacak olaylardan ve tefrikalardan haber verir. Ümmetinin 73 fırkaya ayrılacağını (Ebu Davud 4596), biri hariç gerisinin ateşte olduğunu haber verir. Kurtulan fırkayı da beyan eder ki, kurtulmak isteyenler o yola sülûk etsin, o yolun dışında kalan yollardan da teberrî etsin (uzak dursun).
İşte tam bu noktada Allah (c.c), hidayeti, Rasulu (s.a.s)’nun ve sahabenin yolu olarak Bakara 137, Nisa 115, Tevbe 100 ve daha birçok ayetinde haber verir. Bu yolun gayrında olanlar, iman iddiasında bulunsalar dahi imanlarının merdud olduğunu peşinen bildirir. Zira matlub olan (taleb edilen) iman etmek değil, ashab gibi iman etmektir.
Hak yoldan inhiraf eden fırkaların bazıları Rasulullah (s.a.s)’ın vefatından hemen sonra çıkmış, bazıları ise çok daha sonra ortaya çıkmıştır. Ancak bunların en tehlikelisi; sahabe asrında ortaya çıkan, Allah (c.c)’ın tezkiye ettiği (imanlarına şahitlik ettiği) ashabı tekfir eden (kafir ilan eden) Haricilerdir. Zaten bunların atası da Rasulullah (s.a.s)’ı adaletsizlik ile itham etmiştir:
Cabir şöyle demiş: Rasulullah (s.a.s) Huneyn’den dönerken Ci’râne’de bir adam geldi. (O an da) Bilal’in elbisesi içinde gümüş vardı. Rasulullah (s.a.s) o gümüşten alıp halka veriyordu. Gelen zat:
— “Ya Muhammed! Adil ol” dedi. Rasulullah (s.a.s)
— “Yazıklar olsun sana! Gökte olanın yerdeki emini (elçisi) adaletli olmazsa kim adil olur? …” buyurdular.
Sahih-i Muslim, Zekat 142
Selefiler ile Hariciler Arasında Ne Fark Var?
Hariciler, ashab asrında ortaya çıkan, sair dalalet fırkalarına nisbeten ashaba en çok benzeyen bir topluluktu. Hatta Rasulullah (s.a.s)’ın dili ile, ashabın özeneceği kadar çokça ibadet eden, Kur’an okuyan, ancak okudukları şeylerin kalplerine inmediği, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkan cehennem köpekleri idi. (Silsiletü’l-Ehadisi’s-Sahiha 3347)
Her dalalet fırkasında olduğu gibi onlarda batıllarında kullanacakları malzemeyi Kur’an’a nisbet etmeye çalışıyorlardı.
Maide 44. ve Yusuf 40. Ayetler ile Ali (r.a) ve diğer sahabeleri kafir sayıyorlardı. (Şeytanın Allah (c.c)’a getirdiği deliller sahih, istidlâli ve istinbâtı ise batıldı. Haricilerinde böyleydi. Selefiler önce delilini öğrenip sonra ona itikâd ederken, hariceler ise önce itikad edip sonra itikad ettikleri şeye delil getirmeye çalışırlar.)
Oysaki onlara Bakara 137, Nisa 115 ve Tevbe 100. Ayette emredilene baksalardı, Maide 44. ve Yusuf 40. Ayetleri ve diğer ayetleri, tekfir ettikleri sahabe gibi anlamaları gerektiğini göreceklerdi.

İşte onlar ayetleri ashab gibi anlamadıkları için sapıttılar. Hidayette olan ashabı dalalette olmakla itham ettiler.
Bugün de ashabın yoluna tabi olan Selefiler ile, sahabeyi tekfir eden haricilerin atıkları olan şimdikiler arasında aynen böyle büyük bir fark vardır. Onlar her ne kadar ashabı hüccet saydıklarını iddia etseler de pratikte durum hiç de öyle değildir. (Ayrıca geçmişteki hariciler, otoriteye huruç ettikleri için bu ismi almışken çağdaş hariciler halkı da tekfir edip oklarını avama çevirmişlerdir. Belki de çağımızdakilere en uygun cümle Tekfirci ifadesidir.)
Ashab, hariciler hakkında söylenen tüm naslara rağmen muayyen tekfirden kaçınmış ve haricilere Müslüman muamelesi yapmış iken, hariciler ashabın tüm faziletine rağmen ashabı tekfir etmek için bir iki ayeti dillerine dolamışlardı. Ne yazık ki bugünkü haricilerde, Müslümanları tekfir etmeyi ‘Tevhid daveti’ olarak addetmiştir.
Onlar ayetlerin mutlak ve muayyenini, umum ve hasını, sibak ve siyakını, muhkem ve muteşabihini, vaad ve vaidini bilmeden, iman edenler hakkında kafirlik hükmü verirler.
İbnu’l Cevzi (rhm)’ın dediği gibi: “Şeytan, haricileri kendilerini ilimli zannettirerek kandırmıştır.” (Telbisul İblis – İblisin Haricilere Oyunu)
Selef ise söz ve fiili küfür veya şirk olarak isimlendirmesine rağmen, faili kafir veya müşrik olarak isimlendirmeden önce birçok şart ve maniler zikretmiştir. Selefimiz muayyen şahsın tekfirinden olabildiğince kaçınmış, tekfir işini avama ve ilim talebelerine bırakmamıştır. Tekfirciler kâil ve fâil’le uğraşırken, selef ise kavl ve fiille uğraşırlar.
İbn Teymiyye (rhm) şöyle der: “Tekfir ettirecek hüccet ya sultan tarafından ya da kadı / hâkim tarafından yapılmalıdır.”
Birisine ‘Sen kâfirsin’ – ‘Sen müşriksin’ demek ona nasihat değildir. Ama yaptığı fiil için ‘Şu küfürdür’ – ‘Şu şirktir’ demek ona nasihattir.
Bizler fiilin hükmü ile failin hükmünü, kavlin hükmü ile kâil’in hükmünü tefrik etmeyi selefimizden öğrendik. (Hükmü söyleyince sofiler bize Harici diyorlar. Hükmün sahibini tekfir etmeyince de Hariciler bize Mürci diyorlar.)
Cehaletin mazeretliğini kabul etmeyen çağdaş haricilere rağmen bizler, cehaletin mazeret olabileceğini kabul eder ama herkese – her yerde – her zaman geçerli olmayacağını da beraberinde dile getiririz. Cehalet mazerettir sözümüz cehaleti faziletli kılmaz.
Tabi bizleri itham eden kardeşlerimiz de şeyhlerinin sözlerini veya akli delillerini çokça getiriyorlar. Tıpkı haricilerin de sahabeyi tekfir ederken ayet getirdikleri gibi. Buna sebep bizler onların bu ithamlarından dolayı her ne kadar üzülsek de şaşırmıyoruz. Çünkü bu kardeşlerimiz ne ilkler nede son olacaklar. Temennimiz tıpkı eski hariciler gibi insanlara ayet ve hadisleri okuyup, mefhumu Rasul (s.a.s)’e bırakmadan, sahabeye de müracaat etmeden konuşmaya kalkışmamalarıdır.
Bugünün Tekfircileri O Günün Haricileri
Hadisler ışığında İslam tarihine bakıldığı zaman hariciliğin zuhur edeceği henüz Rasulullah (s.a.s) hayatta iken kendini göstermiş, Rasulullah (s.a.s) de hariciliğin geleceği hakkında haber vermiştir.
Cabir ibn Abdullah (r.a) dedi ki: Rasulullah (s.a.s) insanların arasında ganimet mallarını taksim ederken Temim oğullarından bir adam kalktı ve dedi ki: “Ey Muhammed Adil ol!”
Rasulullah (s.a.s) dedi ki: “Sana yazıklar olsun! Ben adaletli olmazsam kim adaletli olur?”
Ömer (r.a) dedi ki: “Ey Allah’ın Rasul’u bana müsaade et bu münafığı öldüreyim”
Rasulullah (s.a.s) dedi ki: “Bundan Allah’a sığınırım. … “
Sonra Nebi (s.a.s) dedi ki: “Şüphesiz bunlar öyle bir kavimdir ki Kur’an’ı okurlar boğazlarından aşağıya inmez ve okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar” (Buhari, Tevhid 57)
Rasulullah (s.a.s)’ın muhtelif hadislerinde ifade buyurduğu gibi “okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar” tarifi, hariciler için kullanılmıştır.
Dikkat ederseniz haricilerin kendisinin soyundan geleceği o adam Rasulullah (s.a.s)’ı bile adaletsizlik ile itham etmiştir. Yani sanki o şahıs adalet kavramını ve tatbikini Rasulullah (s.a.s)’dan daha iyi biliyormuş gibi (haşa) itiraz etmiştir.
Tarihten günümüze kadar geçen süreçte hariciler daima “Allah (c.c)’ın hükmü ile hükmetmek” ve “adalet” sloganı atmış, kendi pencerelerinden bakıp bu iki hususu göremedikleri herkesi kafir veya zalim ilan etmişlerdir.
Haricilerin kendisinin soyundan geldiği o adam Rasulullah (s.a.s)’ı, o adamın soyundan gelenler ise Ali (r.a) ve ashabı gayr-ı adil addetmiş ve ashabı kafir ilan etmişlerdir. Kafir veya zalim olana karşı ayaklanmayı kendilerine menhec edinen hariciler bu sebepten ötürü Ali (r.a)’ye karşı savaş başlatmışlardır.
Tarihte hariciler birçok isimle anılırken bu isimlerden birisi de Muhakkime’dir. Hakemleri kabul etmediklerinden ve hüküm yalnızca Allah (c.c)’ındır dedikleri için bu ismi almışlardır.
Oysa ki haricilerin savaş açtığı ashab, hükmün Allah (c.c)’tan başkasına ait olduğunu iddia etmiyordu. Ancak hariciler kendi batıl anlayışlarına göre bir hüküm temenni ettikleri için Ali (r.a)’yi, Allah (c.c)’ın hükmünden yüz çevirmekle itham ediyorlardı.
Görüldüğü üzere hariciler, sanki kendileri vahyi ashabtan daha iyi telakki ve tefakkuh etmişler de, ashab da Allah (c.c)’ın hükmünü terk etmiş de onlar uygulayacakmış gibi bir çıkış yapmışlardır.
Durum Bugün De Bundan Farklı Değildir!
Haricilerin artığı konumunda olan günümüz tekfircileri de sahabenin yolundan ayrıldıkları için kendileri gibi düşünmeyen herkesi ya kafir ya zalim addetmiştir.
Atalarının yaptığı gibi birkaç ayeti sürekli gündem yaparak hakkı murad ediyorlarmış gibi görünen, aslında İslam ümmetini parçalayan, haklı oldukları meseleleri bile şiddetle ispat etmeye kalkışan haricilerin artığı cahil tekfirciler, bu ümmetin en büyük sorunlarından biridir.
O günün haricileri her yönüyle batılda olmadıkları gibi bugünün tekfircileri de her yönüyle batılda değillerdir. O günün haricileri, hakka isabet ettikleri birkaç mesele ile hidayet dairesine giremedikleri gibi, bugünün tekfircileri de hakka isabet ettiği birkaç konu onları Fırka-ı Naciye dairesine dahil etmeye yetmez.
O günün haricileri itikadi yönden sahip oldukları bazı esaslar nasıl ki ashabın yoluna tabi olmaya yetmedi ise bugünün tekfircileri de “biz selefe tabiyiz” demeleri onların ashaba tabi olduklarını göstermez.
“Selef böyle düşünüyor” diyerek geçmişteki haricilerin düşünce ve tatbiklerini selefe yamamaya çalışanlar, özellikle sahabeler olmak üzere ilk üç asrı örnek alanları kafirlik, müşriklik, irca ve dalalet ile itham ediyorlar.
Bilinmesi zaruretten olan bir mesele daha var ki o da şudur; günümüzde selefe tabi olan selefiler kesinlikle kendilerini selefi olarak isimlendiren tekfircilerden ayırt edilmelidir. Zira selefiler ashabı, tekfirciler haricileri kendilerine örnek edinmişlerdir.
Selefiler ile Tekfircilerin Aralarındaki Farklardan En Önemlisi
- Selefiler fiil ile mücadele ederken tekfirciler faili hedef alır.
- Selefiler kal (söz) ile mücadele ederken tekfirciler kaili (sözün sahibini) hedef alırlar.
- Selefiler cehaleti umumen mazeret görürken (her zaman, her yerde, herkese değil) tekfirciler cehaleti mazeret görmezler.
Selam Ashaba Tabi Olanların Üzerine Olsun














