Anasayfa > Selefilik > Selefilik Anlayışı ve Medhali Selefilik Algısı

Selefilik Anlayışı ve Medhali Selefilik Algısı

Medhali Selefilik Algısı

Medhali Selefilik her ne kadar Selefilik menhecine yakın olsa da bu farklar konuları araştırmayanlar için mestur, Selefilik ismini kötülemek isteyenler için ise bir fırsat haline dönüşmektedir. Selefilik Fundamentalizm Midir?, Selefiler ile Hariciler Arasındaki Fark yazılarımızda olduğu gibi Medhali Selefiliğin de Selefilik ile yakın olmasına rağmen arada ciddi farklar olduğunu ve bu farkları açıklamaya gayret edeceğiz inşaallah. Başarı Allah’tandır.

İslam’ın yayılmasının ve birçok kişinin İslam’a girmesinin ardından fıkhi (hukuki) ve itikadi (inanç) noktasında insanlar farklı yönlere eğilim göstermişlerdir. Beşinci yüzyıldan itibaren birçok ekol kendini göstermeye başlamış ve kendi inançlarını gerek medrese ortamlarında gerekse halifelik makamında cebren de olsa yaymayı başarmışlardır. Bu yıllarda Mutezile ve bazı kelami ekollerin geliştiği gibi kendilerine ayet ve hadis esaslı mukavemet gösteren kimseler de çıkmıştır. Bunlar ehli hadis olarak tanımlanmışlardır.

Ehli hadis diğer ekollere nispeten Kur’an ve Sünnet’i bağlayıcı olarak görmüşler ve kurtuluşu sadece bu ikisinde bulmuşlardır. Kendilerine muhalefet eden kimseler ise genel olarak aklı, nakle takdim eden kimseler olarak tesmiye edilmiştir. Ancak bu asırlar boyunca aynı şekilde devam etmemiştir. Devletlerin değişimi, gayrimüslimlerin İslam’a girmeleri ve Arapça dilinin sonradan öğrenilmesi birçok noktada insanların gerek fıkhi gerekse de itikadi eğilimlerini etkilemiştir.

Genel olarak Farisi (İrani) asıllı olan kimselerin fethin ardından İslam’a girmelerinden sonra akli meselelerle daha da ilgilendiklerini görmekteyiz. Yine Ebu İshak el-Kindi gibi Arap filozofların başını çektiği birçok kimse, Yunan felsefesini ve akli yaklaşımlarını Arapçaya tercüme ederek hem benimsemiş hem de benimsetmişlerdir. Yılların geçmesi ve devletlerin değişmesi ile birlikte inanç sitemi de değişikliğe uğramıştır.

Hilafetin Hasan (r.a) tarafından Muaviye’ye (r.a) bırakılmasının ardından Muaviye’nin (r.a) kendisinden sonraki halefini istişare ile değil de kendi vermiş olduğu bir karar ile oğlu Yezid’e bırakması değişim sürecinin hızlılığını bize gayet iyi açıklamaktadır. Daha sonra Emevi devletinin Endülüs’ü fethetmesinin ardından, mezkur topraklarda yaşam farklılığı, tarz değişikliği ve musiki gibi metalar ile ilgilenilir olunması da buna bir örnek teşkil etmektedir.

Örnek olarak İbn Hazm’ın (rhm) Müzik aletlerini, hakkında sarih ve sahih naslar olmasına rağmen helal görmesi, bu değişim sürecinin bir parçasıdır. Abbasiler döneminde kelam ekolünün yaygınlaşması, akli meselelerin nasların önüne geçirilmesi ve ehli hadisin kendileri ile olan münazaraları argümantasyon sürecindeki değişikliğin farklı bir örneğidir. Ancak daha önce de olduğu gibi Selefi düşünce, hadis ehli ekolü her daim kendini muhafaza etmiş ve tarihin sayfalarında yerlerini korumuştur.

Selçuklu zamanında yaşamış olan İmam Beyhaki ve birçok selefi düşüncede olan ilim ehli buna bir örnektir. Osmanlı döneminde Kadızadeler hareketi olarak bilinen “Selefi” hareket keza bir fikri mukavemet dönemi idi. İmam Birgivi’nin (1521-1573) “et-Tarikatu-l Muhammediyye” adlı eseri bunun açıkça kanıtıdır. Günümüzde ise konuşula gelen “Selefilik” yahut “Suudi Selefilik” tesmiyesi de bu sürecin bir parçasıdır. Ancak bu, algının ne kadar doğru olduğu ile ilgili bir durumdur. Bu sebepten dolayı “Medhali Selefilik” hakkında bilgi vermeden önce “Suudi Selefilik” hakkında bilgilendirme yapmak daha doğru olacaktır.

Suudi Selefilik Çıkmazı ve Monarşik İslami Yapı Algısı

Bilindiği üzere birinci Suudi devleti olarak 1727 yılında kurulan ve amiyane bir tabir ile herhangi bir aksiliğin olmaması durumunda babadan oğula geçen bir krallık devletidir. Suudi Arabistan, şeriat yasalarının anayasa olarak kabul edildiği bir krallıktır. Hem yürütme gücünü hem yasama gücünü elinde tutan kral, Bakanlar Kurulunu kendi atar ve kararlarını veto etme hakkına sahiptir. Yönetimle ilgili önemli kararların aşağı yukarı tümü, Suudi ailesi tarafından alınır. Siyasal parti de yasama organı da bulunmamakla birlikte, her yurttaş “meclis” diye adlandırılan düzenli dinleme oturumlarına doğrudan başvurarak krala şikâyetlerini iletebilir, yardımını isteyebilir.

Dini yapıya bakıldığı zaman Suudi Arabistanlı bir araştırmacı yazar olan Hamza el-Hasan’ın el-Cezire televizyonu için hazırladığı raporda Necid (orta) bölgesinde Hanbelilik içinde ortaya çıkmış Selefilik-Vehhabîlik’in yaygın olduğunu, Hicaz (batı) bölgesinde Şafiilik ve Malikilik mezheplerinin yaygın olduğunu, Asir, Cizan ve Necran gibi güney bölgelerin karışık durumda olduğunu, resmi mezhep olan Selefilik dahil Malikilik, Şafiilik ve Şiilik’in Zeydilik ve İsmaililik mezheplerinin de bulunduğunu aktarmıştır. Kutayf ve el-İhsa olarak bilinen doğu bölgesinde ise Şiilerin çoğunlukta olduğunu, bunun yanı sıra Hanefilik, Malikilik ve Şafiilik mezheplerinin bazı aileler sayesinde ayakta kaldığını söylemiştir. [1]

Böylesine mezhepsel karmaşanın olduğu bir coğrafyada “Selefilik” düşüncesinin, özellikle Şafii ve Hanbeli mezheplerine mensup kimselerin yaşadığı bir ortamda geçerli olması pek muhal bir durum değildir. Zira bu iki mezhep de genellikle fıkhi hükümlerde Kur’an ve Sünnet’e bağlı kalmaya çalışan mezheplerdir. Ancak düzen ve yapısı itibariyle genellikle kararların -şeriata uygun olsun yahut olmasın- tek kişi tarafından alınıyor olması, takdir itibariyle monarşik bir yapıya sahip olması orada yaşayan Müslümanlar için rahatsız edici olabilmektedir.

Daha önce, özellikle “birinci Suudi devleti” şer’i yönetime önem verirken, son dönem hükümetin bunu pek kale aldığını söyleyemeyiz. Bazı alimlerin yapmış oldukları eleştiriler sebebi ile müebbet yahut uzun süreli hapse maruz kalmaları da monarşik yapının ne denli kuvvetli olduğunu göstermektedir. Bunu kabul etmeyen ve Allah’ın kanunlarının uygulanmamasından rahatsız olan ilim ehli de gerekse “emir sahibi” diye tesmiye edilen krala nasihat ederek gerekse de bunu şiddetli eleştiriler ile değiştirme yoluna gitmişlerdir. Bu eğilimin vermiş olduğu minval ile birlikte, bölgede yetişen bazı alimlerin sair İslami devletlerde yaşayan diğer alimleri de “cerh” ettiği bilinen bir şeydir.

Osmanlı devletinin son döneminde hicaz bölgesinde vermiş olduğu mücadele -hak olsun batıl olsun- bir mehzep çatışması idi. Osmanlıya karşı mücadele eden Müslümanların ise “Lawrance” olarak görülmesi yahut yapının başında görülmesi de mezhepsel farklılıktaki itikadi eğilimin bir göstergesidir. Zira Türk toplumunda herhangi biri “Suudi” ise ve “Selefilik” inancına sahip ise yaşanmış olaylardan mütevellit “Vehhabi” yahut “Lawrance torunları” olarak damgalanmıştır. Ancak bu algının en büyük sebebi “Selefilik” inancının gerektiği gibi anlatılmamasıdır. Günümüzde ise bunların arasında yaygınlaşan ve selefiler arasında dahi ihtilafa sebep olup ayrışmazlığa götüren en önemli mesele, “Medhali Selefilik” meselesidir. [2]

Medhali Selefilik Tesmiyesinin Sahibi

Medhali Selefilik Tesmiyesinin Sahibi Şeyh Rabî bin Hâdî bin Muhammed Umeyr el-Medhalî’dir. Suudi Arabistan’ın güneyindeki Cazan bölgesinde, Medahile kabilesine mensuptur.

Rabi b. Hadi el-Medhali Doğumu:

Doğduğunda, Suamta şehrinin batısında, yaklaşık üç kilometre mesafede bulunan El-Curadiye köyünde dünyaya gelmiştir. Bu köy şu anda şehirle birleşmiştir. 1351 Hicri yılının sonlarında doğmuştur ve babası doğumundan yaklaşık bir buçuk yıl sonra vefat etmiştir. O zamanlardan sonra annesi tarafından büyütülüp eğitilmiştir. Allah rahmet eylesin, annesi onu en güzel şekilde terbiye etmiş ve ona dürüstlük, güvenilirlik gibi güzel ahlaki değerler öğretmiştir. Ayrıca, namaza önem vermesi için onu teşvik etmiş ve namazını düzenli olarak takip etmiştir. Aynı zamanda amcası da onun eğitimiyle ilgilenmiştir.

Rabi b. Hadi el-Medhali Eğitim Hayatı:

Şeyh, sekiz yaşında iken köydeki eğitim halkalarına katılmış ve yazı yazma ile okuma öğrenmeye başlamıştır. Yazı yazmayı Şeyh Şeybân el-‘Arîşî’den, ayrıca Kadı Ahmed bin Muhammed Câbir el-Medhalî’den de ders almıştır. Üçüncü bir öğretmeni ise Şeyh Muhammed bin Hüseyin Mekkî idi. Kur’an’ı Şeyh Muhammed bin Muhammed Câbir el-Medhalî’den okumuş ve ondan tevhid ve tecvit dersleri de almıştır. Daha sonra, Suamta’daki Sünni Okulunda eğitimine devam etmiştir.

Orada öğrendiği hocalardan bazıları şunlardır:

Şeyh Nasir Hılûfe Tıyâş el-Mubârakî – Allah rahmet eylesin, büyük bir âlim olup, Şeyh el-Kur‘âvî’nin öğrencilerindendir. Şeyh Rabi’ buna, “Bulûğ el-Merâm” ve “Nüzhet el-Nazâr” (İbn Hacer’in eserleri) dersleri almıştır.

Daha sonra, Suamta’daki İslami Enstitüye kaydolmuş ve burada birçok değerli hocadan ders almıştır. Bunlardan en ünlüsü, Şeyh Hâfız bin Ahmed el-Hikmî (Allah rahmet eylesin)dir. Ayrıca, Şeyh Rabi’ aynı zamanda Şeyh Muhammed bin Ahmed el-Hikmî ve Şeyh Ahmed bin Yahya en-Necmî gibi âlimlerden de dersler almıştır. Burada ayrıca, Şeyh Dr. Muhammed Amân bin Ali el-Câmî’den de akide üzerine dersler almıştır.

Şeyh Rabi’ daha sonra, 1380 Hicri yılında, Suamta’daki İslami Enstitüden mezun olmuştur. Ardından 1381 Hicri yılında Riyad’daki Şeriat Fakültesine kaydolmuş ve orada yaklaşık bir ay, bir buçuk ay veya iki ay süreyle eğitim aldıktan sonra, Medine-i Münevvere’deki İslami Üniversite açılınca, oraya geçerek 1384 Hicri yılında bu üniversiteden mezun olmuştur.

Rabi b. Hadi el-Medhali Üniversite Eğitimi:

İslami Üniversite’de Şeyh Rabi’, şu hocalardan ders almıştır:

  1. Hükümetin danışmanı ve Suudi Arabistan’ın müftüsü Şeyh Abdulaziz bin Abdullah bin Bâz – Allah rahmet eylesin, burada “Tahâvî Akidesi”ni okumuştur.
  2. Şeyh Muhammed Nâsıruddin el-Elbânî – Allah rahmet eylesin, burada hadis ve isnad üzerine dersler almıştır.
  3. Şeyh Abdülmuhsin el-Abbad, burada ise, “İbn Kudâme’nin başlangıç derecesindeki fıkhını” üç yıl boyunca okumuştur.
  4. Şeyh Muhammed el-Emîn eş-Şenkîtî – Allah rahmet eylesin, burada tefsir ve usul-i fıkıh üzerine dört yıl eğitim almıştır.

Ayrıca, Şeyh Rabi’ başka değerli hocalardan da Arapça, edebiyat ve belagat dersleri almıştır. 1384 Hicri yılında mezun olduktan sonra, İslami Üniversite’de öğretmen olarak çalışmaya başlamıştır. Daha sonra, yüksek lisans yapmak üzere eğitimine devam etmiş ve 1397 Hicri yılında Kral Abdülaziz Üniversitesi’nden “Hadis” alanında yüksek lisansını tamamlamıştır. Bu eserin adı “İmam Muslim ve İmam ed-Dârekûtnî arasında” adlı önemli bir çalışmadır.

Rabi b. Hadi el-Medhali Eserleri:

Şeyh Rabi’ birçok eser kaleme almıştır. Bunlar, özellikle bu dönemdeki bidatçılara karşı yazılmıştır. Eserlerinden bazıları şunlardır:

  1. “İmam Muslim ve İmam el-Dârekûtnî Arasındaki Farklar” (Yüksek lisans tezi)
  2. “İbn Hacer’in ‘Nüket’ adlı eseri üzerine açıklamalar” (Doktora tezi)
  3. “Müslim’e Giriş Kitabı”nın takbiti
  4. “İmam İbn Teymiyye’nin ‘Vesîle ve Tövbe’ adlı eseri”nin takbiti
  5. “Resuller ve İslam Daveti”
  6. “Ehli Sünnet’in kitaplar ve insanları eleştirme metodu”
  7. “Hadislerin sah,h, zayıf ve hasan kategorileri üzerine”
  8. “Gazâlî’nin sünnete karşı olan tutumu”
  9. “Müslüman olmayanlarla iş birliği hakkında hüküm”
  10. “Hadis Ehlinin Yeri”
  11. “İmam Muslim’in ‘Sahih’ kitabındaki sıralama yöntemi”
  12. “Hadisçilerin zaferi ve sağ kalanı” – Salman el-Avde ile yapılan bir röportaj
  13. “Seyyid Kutub’un düşünceleri üzerine İslamî açıklamalar” vb.

Rabi b. Hadi el-Medhali, bu ve diğer eserleriyle günümüzün en önemli âlimlerinden biridir. [3] Ancak daha sonrasında yaşının da ilerlemesi ile beraber görüşleri ile bazı kesimler tarafından Selefilik inancının öncülerinden görülmüştür. Ancak bu tamamen hakikati göstermemektedir. Zira kendisinin diğer alimlere nazaran daha sert görüşleri mevcuttur. Büyük bir alim olmasına rağmen “Cerh ve Tadil” ilmi ile iştigal etmesi sebebi ile günümüzce bu ilmi tasrif etmiş ve sair ulemaya “Bid’at ehli” kavramını yakışık görmüştür. Özellikle devlet mahkemesine çıkma hususunda bunu zaruret görülmesi sebebi ile fetva veren alimleri kendince “Cerh” etmiştir. Konu bakımından Medhali Selefilik düşüncesi buradan başlamıştır.

Rabi’ b. Hadi el-Medhali’nin Aykırı Görüşleri ve Selefilik Anlayışı

Salih b. Abdullatif kendisi hakkında şunları söyler: “Şeyh Rabî‘in konuşmalarını dinleyen ve yazılarını okuyan herkes, onun selefiliğe yalnızca kendisiyle ve kendi görüşlerine katılanlarla sınırlandırdığını çok iyi anlar. O, bazı görüşlerini selefiliğe bağlılığın ve ondan ayrılığın temel ölçütü hâline getirmiş, bu görüşleri Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Bid‘at arasında bir ayrım çizgisi olarak belirlemiştir. Allah ona hidayet versin, bu anlayış üzerine kendisine muhalif olan birçok kişiyi selefilikten dışlamıştır. Şeyh Rabî’ ne kadar inkâr etmeye çalışsa da gerçek durum onun bu tutumunu açıkça ortaya koymaktadır. Ancak burada, bazı anlayışı zayıf kimselerin Şeyh Rabî‘in metodundan etkilenebileceğini de belirtmek gerekir. Çünkü o, bazen selef-i sâlihînin sözlerinden sıkça nakiller yapmaktadır. Fakat asıl mesele, onun bu nakilleri nasıl anladığı ve bunları çağdaş gerçekliğe nasıl uyarladığıdır.

Medhali Selefilik Algısı Âl-i İmran suresi 109. ayet

Allah ona hidayet versin, Şeyh Rabî, kendisine muhalefet edenleri hiç tereddüt etmeden bid‘at ehli olmakla suçlamaktadır. Bunun en açık örneklerinden biri, Seyyid Kutub hakkındaki tutumu nedeniyle kendisine muhalefet eden Şeyh Bekr Ebû Zeyd’i “bid‘at yanlılarının safında” olmakla itham etmesidir. Bu tür ithamlarına sıkça rastlanır; özellikle el-Haddü’l-Fâsil Beyne’l-Hakk ve’l-Bâtıl adlı kitabında, Bekr Ebû Zeyd ile Seyyid Kutub’un akidesi ve düşüncesi üzerine yaptığı tartışmada bunlar açıkça görülmektedir. Oysaki Allah’a hamdolsun, Şeyh Bekr’in selefi olduğu herkesçe bilinmektedir ve bu konuda hiçbir şüphe yoktur. Peki, nasıl olur da kendisi “bid‘at yanlılarının destekçisi” olarak nitelendirilebilir?

Şeyh Rabî, söz konusu kitabının 7. sayfasında Şeyh Bekr hakkında şu ifadeyi kullanmaktadır: “Bâtılın destekçisi olan herkes gibi…” Yine kitabın 34. sayfasında Şeyh Bekr’e hitaben şöyle demektedir: “Hatta bundan daha da ileri giderek, bâtılı ve onun mensuplarını hararetle ve şiddetle savundun.”

Özetle, Şeyh Rabî‘in selefilik anlayışına sahip olduğu ve onu savunduğu açıktır. Ancak ne yazık ki selefiliği tam anlamıyla kavrayamamıştır. O, birçok meselede selefi olsa da bazı noktalarda selefiliğe aykırı bir tutum sergilemektedir. Özellikle selef-i sâlihînin muhaliflerine karşı gösterdiği tavır ve ahlaki tutum konusunda hatalıdır.

Sevgili okuyucu, Şeyh Rabî‘in bazı meselelerdeki tutarsızlıklarını ve selefin yöntemine aykırı davrandığını göreceksin. Şeyh Rabî‘in şunu iyi bilmesi gerekir ki, selefilik yalnızca akide ve fıkıh ile sınırlı değildir; aksine, ahlak, davet ve davranış bütünlüğü içinde bir metodolojidir. Selefi yöntemde seçmecilik yapılması kesinlikle doğru değildir. Ayrıca, bazı meselelerde selefi görüşten sapma olarak değerlendirilmesi mümkün olan, ancak kendince bir gerekçesi veya te’vili bulunan kişileri aceleyle selefilikten çıkarmak doğru değildir. Eğer bu metodun aynısını Şeyh Rabî‘in kendisine uygularsak, onun da selefiler arasında yer almaması gerekirdi. Oysaki Allah adaleti sever.

Burada şu noktayı da unutmamak gerekir: Şeyh Rabî, selefiliğin içinde bazı âlimleri de dahil etmek zorunda kalmaktadır. Mesela, büyük âlimlerden Şeyh Abdülaziz bin Baz, Şeyh İbn Useymîn ve Şeyh el-Elbânî gibi isimleri selefilik çerçevesinde kabul etmek zorundadır. Ancak Şeyh Rabî, bu âlimlerin kendisiyle birçok konuda, özellikle İslami cemaatler ve Seyyid Kutub’un kitapları hakkındaki görüşleri ile zulmü ve sert tutumu konusunda aynı fikirde olmadıklarını gayet iyi bilmektedir. Buna rağmen, onları selefilik dairesine dahil etmek zorunda kalmaktadır.” [4]

Şeyh’in kendisinin bu tavırlar içirişinde olmasının en büyük sebebi, el-Vera ve-l Bera kaidesinin selefin verdiği değerden daha fazla değer vermesi ve bu konuda haddi aşmasıdır. Bu denli ilerleyiş kendisini Bekr Ebu Zeyd, Sefer el-Havali, Ebu İshak el-Huveyni gibi ilim ehli kimseleri “bid’at” sahibi kimseler olarak tanımlamaya götürmüştür.

Selefilik Anlayışında Müsamaha: İstılahî Bir İnceleme

Selefilik, İslam’ın ilk üç nesli olan “Selefin” metodolojisini benimseyen ve onların anlayışını esas alan bir düşünce ekolüdür. Bu ekol, bidatlardan kaçınmayı ve naslara bağlı kalmayı öncelikli hedef olarak belirlemiştir. Ancak, Selefi yaklaşımın katı kurallara sahip olduğu düşüncesi gereksiz bir biçimde yaygın olsa da bazı durumlarda ilmi ölçütlere dayalı bir müsamaha anlayışının var olduğu apaçık görülmektedir. Buna örnek olarak şunlar verilebilir:

  1. Cehaletin Umumen Mazeret Oluşu: Selefi âlimlerin birçoğu, İslam’ın temel esaslarına dair yeterli bilgiye sahip olmayan kişilerin mazur görülebileceği hususunda ittifak etmişlerdir. Cehaletle amel eden bireylerin, doğru bilgiye ulaştırılması gerektiği üzerinde durulmuştur.
  2. Fıkhi İhtilaflar: Selefilik menheci, sahih delile dayalı içtihat farklılıklarına saygı göstermektedir. İhtilafın bidat kapsamına girmemesi halinde, mezhep görüşleri arasında muteber bir delile tabi olunması gerektiğini ve bu sebepten dolayı “Bid’atçi” tesmiyesinden uzak durmayı belirlemiştir.
  3. Ehl-i Kitap ile Muameleler: Kur’an ve Sünnet çerçevesinde, Ehl-i Kitap ile belirli şartlar altında ticaret yapılabileceği ve sosyal ilişkiler kurulabileceği kabul edilmiştir.
  4. Amelî Günahlar ve Nasihat Metodu: Selefi âlimler, büyük günah işleyen kimselerin doğrudan tekfir edilmemesi gerektiğini vurgulamış, bu kişilere karşı önce nasihat ve tebliğin esas alınması gerektiğini savunmuşlardır. Günahkâr Müslümanların İslam dairesinde kaldığı, ancak işledikleri hatalardan vazgeçmeleri için ilim ehli tarafından rehberlik edilmeleri gerektiği ifade edilmiştir.

Sertlik ve Yumuşaklık Arasında Denge: İlmi ve Ahlâkî Perspektifler ve Sonuç

Şeyh el-Medhali’nin bu ve bunun gibi birçok veriyi bir kenara bırakarak “Tebdi” anlayışı ve konu hakkındaki saptırmaları asla ve katiyetle Selefilik ile ilişkilendirilemez.

İşte bu sebepten dolayı Selefilik yolunu seçen bir kimse için en önemli hususlardan biri, doğruyu savunmanın yalnızca bir yönü değil, bu doğruları insanlara en güzel şekilde ulaştırabilmektir. Sertlik ve yumuşaklık arasında bir denge kurmak, doğru yolda ilerlemek için çok önemlidir. Sertlik, hakikatleri savunmak adına gerekli olduğunda başvurulabilir, ancak bu sertlik, kalbi katılaştırmamalı ve insanlara olan merhameti zedelememelidir. Zira Resulullah (s.a.v.)’in ahlâkı, doğruyu savunmanın en güzel örneğidir; O, her zaman doğruyu söylemiş, ancak bunu yumuşaklıkla ve hikmetle yapmıştır. İslam, sadece doğruyu savunmayı değil, aynı zamanda insanlara sevgi, sabır ve anlayışla yaklaşmayı da emreder. Bu yolda, ilim ve hikmet birbirini tamamlar.

Medhali Selefilik

Sert bir tutum sergileyebilse de bu sertlik ancak hak ve adaletin gerektirdiği durumlarda olmalıdır. Yumuşaklık, her zaman doğruyu anlatmanın ve insanları ikna etmenin en etkili yoludur. Sahih bilgi ve ilmî derinlik, Selefilik çizgisinde doğru bir şekilde ilerlemeyi sağlayan temel unsurlardır.

Ancak bunun yanı sıra, sözlerin ve tavırların da insanları ikna etmede etkili olması için hikmetle birleşmesi gerekir. Sadece doğruyu söylemek değil, doğruyu en güzel şekilde ve en etkili biçimde insanlara anlatmak gerekir.

Sonuç olarak, Selefi anlayışını hakkıyla yaşamak, doğruyu savunurken hikmetle yaklaşmakla mümkündür. Sertlik ve yumuşaklık arasında denge kurarak, İslam’ın özündeki rahmet ve adalet ilkelerinden sapmadan ilerlenmelidir. Bu dengeyi sağladığında, ilmî olgunluk pekişir ve çevreye güzel bir örnek olunur. Allah, her adımda hidayetle ve başarıyla yol gösterir. Yine Sahih bilgi ve hikmet, Selefi anlayışını hakkıyla yaşamanın temel taşlarıdır. İlimle birlikte gelen hikmet, doğruyu savunurken başkalarına en güzel şekilde yaklaşmayı sağlar. Sertlik, yalnızca hak ve adaletin gerektirdiği durumlarda kullanılmalı, bunun dışında yumuşaklık ve hikmetle insanlara doğruyu anlatma çabası ön plana çıkmalıdır.

İslam, doğruyu savunmayı ve insanlara doğruyu öğretmeyi emrederken, bu süreci sadece sert bir şekilde değil, aynı zamanda hikmetle yürütmeyi de öğütler. Tüm bunlardan hâli kalınırsa “Selefilik” düşüncesinin ne olduğu asla anlaşılmaz. Selefi yaklaşımda, ilmî doğruluk ve hikmet arasında sıkı bir bağ vardır. İslam’ın özüne uygun bir düşünsel yaklaşım, sadece doğru bilgiyi elde etmeyi değil, bu bilginin etkili ve anlayışlı bir biçimde başkalarına aktarılmasını da içerir. Bu noktada, hikmet yalnızca teorik bilgiyle sınırlı kalmaz, aynı zamanda pratik bir tutumu, insanlara karşı nezaket ve sabırla yaklaşmayı da gerektirir.

Hadislerde zikredilen “hikmetle davet etmek” ilkesinin, doğruyu savunmak için gereken yumuşaklık ve sabırla doğrudan bir ilişkisi vardır. İlim, doğruyu savunmanın bir aracıdır; ancak doğruyu savunurken kullanılan dil, davranış ve tutumlar, bu ilmin ne kadar derinlikli ve etkili olduğunun göstergeleridir.


[1] Hamza El-Hasan, “Suudi Arabistan’ın Mezhebi Haritası

[2] Bkz. Sefer el-Havali “el-Muslimun Ve-l Hadaratu-l Garbiyye” (Temhidi baskı)

[3] Kendisinin hayatı için bkz. www.rabee.net

[4] Salih b. Abdullatif  en-Necdi “Rabi’ el-Medhali’nin görüşlerine selefi bir bakış” (1. Baskı 1997)

Soru Bölümü