Anasayfa > Selefilik > Selef-i Sâlihîn Akidesi

Selef-i Sâlihîn Akidesi

Selef-i Sâlihîn Akidesi

Selef-i Sâlihîn Akidesi hakkında bilgi vermeden önce bu başlıkta yer alan kelimelerin manalarına değinmek gerekir. Onlar da;

Selef ve akide kelimeleridir. Kısaca bu kelimelerin manasına bakalım

Selef Nedir? sorusunun cevabı; geçen, önceden gelip geçmiş olan demektir. Önceden geçen bir topluluğa veya daha önce gelip giden bir kavme selef denir.

Selef-i Sâlihîn Nedir? denildiğinde ilk akla gelen topluluk ise Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in de birçok hadisinde faziletlerine işaret ettiği topluluktur. Yani Selef-i Sâlihîn Kimdir? sorusunu cevabı sahabe, tabiin ve etbau’t tabiin’dir.

Genel manada ise,

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, onun sahabeleri ve onlara en güzel şekilde tâbi olanlar, bu ümmetin selefidir. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, sahabelerinin ve onlara en güzel şekilde tâbi olanların çağırdığı yola çağıran herkes de selefin yolundadır.

Akide Nedir? Akide kelimesi: akd kökünden gelir. Akd; raptetmek, onaylamak, sağlam ve yerli yerince yapmak, işini sağlama almak vs. manalara gelir. Ve yine akide, Ona inanan kişinin nazarında hiçbir şüpheye yer olmayan hükümdür. Peki dinî anlamda akide nedir? Bu sorunun cevabı amellerin dışında kalan ve itikatla ilgili olan konulardır. Allah’ın varlığına ve peygamberler gönderildiğine itikat etmek gibi… Akidenin çoğulu ise “akâid”dir.1

Akide denilmesinin nedeni; insanın o şeyin üzerine adeta kalbini düğümlemiş olmasından dolayıdır. Yani insan kalbinin Allah’a bağlanmasıdır.

Özet olarak akide, ister hak ister bâtıl olsun, insanın kalpten kabul ettiği ve kesin olarak inandığı her şeydir. İslam akidesi olarak kullanıldığı zaman ise onun ile Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat akidesi anlaşılır. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın kulları için din olarak beğenip seçtiği İslam, odur. Sahabe, tabiin ve onlara en güzel bir şekilde uyanların oluşturduğu en faziletli üç neslin yani Selef-i Sâlihîn akidesi de budur.

Bu üç neslin akidesi, Resullullah (s.a.s) tarafından bizzat övülerek bizlere tavsiye edilmiştir. Allah Resulü şöyle buyurmuştur:

خيرُ النّاسِ قرني ثمَّ الَّذينَ يلونَهم ثمَّ الَّذينَ يلونَهم ثمَّ يفشو الكذبُ حتّى يشهدَ الرَّجلُ ولا يستشهدُ ويحلفَ الرَّجلُ ولا‫ ‫يستحلفُ

İnsanların en hayırlısı benim neslimdir (dönemimdir), sonra onları takip edenler, sonra onları takip edenler. Sonra yalan o kadar yayılır ki, kişi şahitlik yapmak için çağrılmadan şahitlik eder ve yemin etmesi istenmeden yemin eder.”2

Bu iki kelimenin manası anlaşıldıktan sonra bilinmesi gerekir ki, Sahih akide, bu dinin temelidir. Bütün bilgiler onun üzerine bina edilir. Dolayısıyla da kimin akidesi doğru olursa ameli de doğru olur. Kimin de akidesi bozuk olursa ameli de bozuk olur. Bu temel üzerine inşa edilmeyen her şey yıkılmaya ve yok olmaya mahkûmdur. Zira Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Akide konusunda sapmış olan Haricilerin ibadetlerinin akıbetini bize şu hadiste bildirmektedir;

يَخْرُجُ قَوْمٌ مِنْ أُمَّتِي يَقْرَءُونَ الْقُرْآنَ لَيْسَ قِرَاءَتُكُمْ إِلَى قِرَاءَتِهِمْ بِشَيْءٍ، وَلاَ صَلاَتُكُمْ إِلَى صَلاَتِهِمْ بِشَيْءٍ، وَلاَ صِيَامُكُمْ إِلَى‫ صِيَامِهِمْ بِشَيْءٍ، يَقْرَءُونَ الْقُرْآنَ يَحْسَبُونَ أَنَّهُ لَهُمْ وَهُوَ عَلَيْهِمْ، لاَ تُجَاوِزُ صَلاَتُهُمْ تَرَاقِيَهُمْ، يَمْرُقُونَ مِنَ الإِسْلاَمِ كَمَا يَمْرُقُ ‫السَّهْمُ مِنَ الرَّمِيَّةِ

“Ümmetimden bir topluluk çıkacaktır. Onlar Kur’an okuyacaklar ama sizin kıraatiniz, onların kıraatinin yanında bir şey değildir. Sizin namazınız, onların namazının yanında bir şey değildir. Sizin orucunuz, onların orucunun yanında bir şey değildir. Onlar Kur’an okuyacaklar, kendileri için olduğunu zannedecekler, fakat aslında aleyhlerinedir. Onların namazları boğazlarından aşağı geçmeyecek. Onlar, okun avı delip geçtiği gibi İslam’dan çıkacaklardır.”3

Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar; dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir. (Bakara 137)

İşte bu yüzden başta kendileri gibi iman etmemiz emredilen (Bakara 137) sahabeler olmak üzere, onlardan sonra bu yola güzelce tabii olanların (Selef-i Sâlihîn)’in akidesini iyi bir şekilde bilmemiz gerekir.

İslam Akidesi Esas Olarak İki Kaynağa Dayanır

İslam akidesi esas olarak iki kaynağa dayanır onlar ise; Kuran ve Sünnet‘tir. Bu yüzden Allah’a ve Resulü’ne kesin bir şekilde teslim olmak gerekir. İslam akidesinin sınırları bu iki esas ile belirgin bir şekilde çizilmiştir.

Allah Resulü kendisinden sonra bize bu iki kaynağı bıraktığını ve sarıldığımız takdirde sapıtmayacağımızı haber vermiştir;

‫عن ابي حريرة قال، قال رسول الله صلى الله عليه و سلم‫ :

‫تركتُ فيكم شيئَينِ، لن تضِلوا بعدهما: كتابَ اللهِ، وسُنَّتي، ولن يتفرَّقا حتى يَرِدا عليَّ الحوضَ‫

“Size iki şey bırakıyorum ki, onlardan sonra asla sapmazsınız: Allah’ın Kitabı (Kur’an-ı Kerim) ve benim sünnetim. Bu ikisi, havuzun (Kevser havuzunun) başında bana kavuşana kadar birbirinden ayrılmayacaklardır.”4

Din hususunda bu iki kaynaktan bize bir haber ulaştığında bize düşen onu sorgulamadan teslim olmaktır. Velev ki aklımıza, yaşantımıza, çevremize vs. ters düşse bile. Çünkü akidenin kaynağı akıl değil nakildir. Eğer akidenin kaynağı akıl olmuş olsaydı, ne kadar akıl var ise o kadar akide ortaya çıkardı. Ve bu da idrakten uzak bir durumdur.

Ali r.a bu konuda bize çok güzel bir örnek vermiştir;

‫لَوْ كَانَ الدِّينُ بِالرَّأْيِ لَكَانَ أَسْفَلُ الْخُفِّ أَوْلَى بِالْمَسْحِ مِنْ أَعْلَاهُ، وَقَدْ رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ ﷺ يَمْسَحُ عَلَى ظَاهِرِ خُفَّيْهِ‫

“Eğer din akılla (mantık yürütmeyle) olsaydı, mestin üstüne değil altına mesh edilmesi gerekirdi. Ancak ben, Rasûlullah (s.a.v.)’in mestlerinin üstüne mesh ettiğini gördüm.”5

Katiyetle kişinin akidesine karşı şüphesi ve tereddüdü olmamalıdır. Çünkü inancın temelini oluşturan şey itikat (akide)’dir. Ve bu konudaki en küçük bir şüphe ve tereddüt kişinin inanç yapısını çok derinden etkiler.

Selef-i Sâlihîn Akidesinin Temel Taşları

Selefin akidesi çok sağlam temellere dayanmaktadır. Bunlar aynı zamanda Dinin de temellerini teşkil etmektedir.

Selef-i Sâlihîn Akidesi çok sağlam temellere dayanmaktadır.

Bunlardan bazılarına değinecek olursak;

Selef Katında Tevhid

Tevhid insanoğlunun yaratılış gayesidir. Bu konuda Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur;

‫وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ‫

“Ben cinleri ve insanları yalnızca bana kulluk etmeleri için yarattım.” (Zariyat 56)

‫وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ‫

Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi emretti. (İsra 23)

İşte bu yüzden, Selef bu konuya azami derecede ihtimam göstermiştir ve Üç ana başlıkta bu konuyu incelemiştir;

  • Rububiyyet Tevhidi
  • İsim ve Sıfat Tevhidi
  • Uluhiyyet Tevhidi

Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye ve diğer alimler nezdinde tevhidin taksiminin delili, şeriat naslarının incelenmesidir (istikra). Allame Şeyh Muhammed Emin eş-Şankıti (Allah rahmet eylesin) Edva’ul-Beyan’da şöyle demiştir: “Yüce Kur’an’ın incelenmesi, Allah’ın tevhidinin üç kısma ayrıldığını göstermiştir:

1. Rububiyyet Tevhidi:

Bu tür tevhid, akıl sahiplerinin fıtratına yerleştirilmiştir. Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur:

‫وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَۙ‫

“Onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, mutlaka ‘Allah’ derler.” (Zuhruf 87)

Ve yine buyurmuştur:

‫قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ ‫يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ فَسَيَقُولُونَ اللّٰهُۚ فَقُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ

(Resulüm!) De ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim Malik (ve Hâkim) bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Her türlü) işi kim idare ediyor? «Allah» diyecekler. De ki: Öyle ise (Ona âsi olmaktan) sakınmıyor musunuz? (Yunus 31)

Firavun ‘un “Alemlerin Rabbi de nedir?” sözüyle bu tür tevhidi inkâr etmesi, kendisinin kul olduğunu bildiği halde bilmezlikten gelmesi ve inat etmesinden dolayıdır. Bunun delili Allah azze ve celle’nin şu sözüdür:

‫قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُورًا‫

(Musa Firavun’a:) «Pek âlâ biliyorsun ki, dedi, bunları, birer ibret olmak üzere, ancak, göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de senin hakikaten mahvolduğunu sanıyorum!) (İsra 102)

2. Uluhiyyet Tevhidi

Bu tür tevhidin özü “La ilahe illallah”ın manasını gerçekleştirmektir. Bu kelime, nefy (olumsuzlama) ve ispat (olumlu kılma) dan oluşur. Nefyin manası: Allah dışındaki bütün ibadet edilenleri, her türlü ibadetin her çeşidinde reddetmektir. İspatın manası ise: Bütün ibadet çeşitlerini ihlas ile yalnızca Allah’a has kılmak, bunu da Resullerin dilinden meşru kıldığı şekilde yapmaktır. Kur’an ayetlerinin çoğu bu tür tevhid hakkındadır. Resuller ile ümmetleri arasındaki mücadelelerin konusu da budur:

‫اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهًا وَاحِدًاۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ‫

Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve kâfirler: Bu pek yalancı bir sihirbazdır! İlahları, tek bir İlah mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir! dediler. (Sad 5)

Bu tür tevhide delalet eden ayetlerden bazıları şunlardır:

‫فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوٰيكُمْ۟‫

Bil ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir. (Muhammed 19)

‫وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ‫

Andolsun ki biz, «Allah’a kulluk edin ve Tâğut’tan sakının» diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. (Nahl 36)

‫وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ‫

Senden önce hiçbir Resul göndermedik ki ona: «Benden başka İlâh yoktur; şu halde bana kulluk edin» diye vahyetmiş olmayalım. (Enbiya 25)

‫وَسْـَٔلْ مَنْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَاۗ اَجَعَلْنَا مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُعْبَدُونَ۟‫

Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize (ümmetlerine) sor! Rahmân’dan başka tapılacak tanrılar (edinin diye) emretmiş miyiz?  (Zuhruf 45)

‫قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ‫

De ki: Bana sadece, sizin ilâhınızın ancak bir tek Allah olduğu vahyedildi. Hâlâ Müslüman olmayacak mısınız? (Enbiya 108)

Bu ayeti kerimede, kendisine vahyolunanın bu tür tevhidle sınırlı olduğunu söylemesini emretmiştir. Çünkü “La ilahe illallah” kelimesi, kitaplarda gelen her şeyi kapsar. Zira bu kelime, Allah’a yalnız O’na ibadet ederek itaat etmeyi gerektirir. Bu da tüm inançları, emirleri, yasakları ve bunlara bağlı ödül ve cezaları kapsar. Bu tür tevhid hakkındaki ayetler çoktur.

3. İsim ve Sıfat Tevhidi

Allah’ın isim ve sıfatlarında tevhid. Bu tür tevhid iki temel üzerine kuruludur:

1- Allah’ı yaratılmışların sıfatlarına benzemekten tenzih etmek. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ‫

2- Allah’ın kendisini vasıflandırdığı veya Resulünün (s.a.v.) O’nu vasıflandırdığı şeylere, O’nun kemal ve celaline yaraşır şekilde iman etmek. Nitekim “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur” sözünden sonra “O işitendir, görendir” buyurmuştur. Bu vasıfların nasıl lığını (keyfiyetini) idrak etme arzusunu kesmekle birlikte.

Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur:

‫يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً‫

“O, onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir. Onlar ise O’nu ilmen kavrayamazlar.” (Taha 110)

“Âlemlerin Rabbi olan Allah için saf tevhidi gerçekleştirmenin nasıl olacağına gelince, Şeyh Abdulaziz bin Baz’a (Allah rahmet eylesin) şu soru soruldu: ‘Ey Şeyh, bir Müslüman tevhidi nasıl gerçekleştirir?’

Allah’ın rahmetiyle şöyle cevap verdi: Tevhidin gerçekleştirilmesi, ibadeti yalnızca Allah’a has kılmakla olur. Kişi sadece Allah’a dua eder, yalnız Allah’tan yardım ister, sadece O’na tevekkül eder, sadece O’nun için adakta bulunur, yalnız O’nun için kurban keser ve sadece O’nun için namaz kılar. İbadet yalnızca Allah içindir.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: ‘Mescitler Allah’ındır, öyleyse Allah ile beraber kimseye dua etmeyin.’ Ve yine Subhanehu şöyle buyurmuştur: ‘Onlara ancak, dini Allah’a has kılarak, Hanifler olarak Allah’a ibadet etmeleri emrolunmuştu.’

İşte tevhidin hakikati budur: Allah’ı ibadette birlemek ve Resulüne (salat ve selam üzerine olsun) itaat ve tabi olmada özel kılmak. İbadet Allah’ın hakkıdır ve bu konuda O’nu özel kılmak gerekir.

‘O halde, kâfirler hoşlanmasa da, siz dini Allah’a has kılarak O’na dua edin.’ ‘Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.’ ‘Onlara ancak, dini Allah’a has kılarak, Hanifler olarak Allah’a ibadet etmeleri emrolunmuştu.’ Bu yüzden kişi sadece Allah için namaz kılar, sadece Allah için kurban keser, sadece Allah için adakta bulunur, sadece Allah için oruç tutar ve böylece bütün ibadetler yalnız Allah için yapılır.”

Selefin Katında İman

Muhammed (s.a.v.)’in getirdiği imanın hakikati üç temel üzerine kuruludur. Bunlardan biri eksik olursa iman temelden batıl olur. Bu temel esaslar şunlardır:

  • Kalbin inancı
  • Dilin ikrarı
  • Organların ameli

İmam Şafii şöyle demiştir: “Sahabeler ve onlardan sonra gelen, bizim yetiştiklerimiz olan tabiinden gelen icma şudur: İman; söz, amel ve niyettir. Bu üçünden biri diğerinin yerine geçmez.”6

1. Kalbin İnancı

Birinci rükün olan (kalbin inancı) gerçekleşmesi gereken iki şeyi kapsar:

Birincisi: Kalbin ikrarı. Bundan maksat, kalbin Allah ve Resulünün (s.a.v.) haber verdiği şeylerin hak olduğunu, hükmettiklerinin adil olduğunu, bu inanca şüphe ve tereddüt karışmaksızın kabul etmesidir.

İkincisi: Kalbin ameli. Bundan maksat, Allah’ın kuluna farz kıldığı Allah ve Resulünü sevmek, küfür ve ehlinden nefret etmek gibi kalbi amelleridir. Bütün bunlar kalbin ameline dahildir.

Kalbin inancının şart olduğuna dair deliller çoktur. Bunlardan bazıları şunlardır: Allah azze ve celle’nin şu sözü:

‫قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّاۜ قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلٰكِنْ قُولُٓوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْا۪يمَانُ ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ‫

“Bedeviler ‘İman ettik’ dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz, ama İslam’a girdik’ deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi.” (Hucurat: 14)

 Ve yine Allah azze ve celle’nin şu sözü:

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ يُوَٓادُّونَ مَنْ حَٓادَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُٓوا اٰبَٓاءَهُمْ اَوْ اَبْنَٓاءَهُمْ اَوْ اِخْوَانَهُمْ اَوْ عَش۪يرَتَهُمْۜ‫ ‫اُو۬لٰٓئِكَ كَتَبَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْا۪يمَانَ

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalplerine Allah imanı yazmıştır.” (Mücadele: 22)

Allah Teala’nın “İşte onların kalplerine imanı yazmıştır” sözünü düşün, kalpleri imanın yeri ve vatanı kılmıştır.

Bütün bu deliller ve daha birçoğu, kalp imanının imanın aslı ve maddesi olduğuna işaret eder. Kim kalp imanını kaybederse onun imanı olmaz, bilakis o zındıklar ve münafıklardan sayılır.

2. Dilin İkrarı

İkinci rükne gelince: O da dil ile ikrar. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

‫عَن ابن عُمَر رَضِيَ اللَّه عنْهَما، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ﷺ: أُمِرْتُ أَن أُقاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَشْهَدُوا أَن لا إِلهَ إِلاَّ اللَّه وأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ، ويُقِيمُوا الصَّلاةَ، وَيُؤْتُوا الزَّكاةَ، فَإِذا فَعَلوا ذلكَ، عَصَمُوا مِنِّي دِمَاءَهُمْ وأَمْوَالَهم إِلاَّ بحَقِّ الإِسلامِ، وحِسابُهُمْ ‫عَلى اللَّهِ مُتفقٌ عليه

“İnsanlarla ‘La ilahe illallah’ deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu söylediklerinde, İslam’ın hakkı dışında, kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar.”7

İmam Nevevi hadisin şerhinde şöyle demiştir: “Bunda imanın şartının, iki şehadeti inanarak söylemek olduğu vardır…”

İmam İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Müslümanlar, iki şehadeti getirmeyen kimsenin kafir olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.”8

İki şehadetten maksat sadece onları söylemek değil, manalarını tasdik etmek, zahiren ve batınen ikrar etmektir. İşte bu şehadet, sahibine Allah katında fayda verecek olandır.

3. Organların Ameli

Üçüncü rükne gelince: O da organların amelidir. Bundan maksat Allah’ın emrettiğini yapmak, yasakladığından kaçınmaktır. Bunun imana dahil olduğuna dair deliller sayılamayacak kadar çoktur. Maksadı hasıl edecek bazılarını zikredelim:

Allah azze ve celle’nin şu sözü:

‫اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ‫

“Müminler ancak Allah’a ve Resulüne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru olanların ta kendileridir.” (Hucurat: 15)

Allah onları, kalp amelinin gereği ve meyvesi olan salih amelleri yaptıkları için imanlarında sadık olmakla vasıflandırmıştır.

Yine Allah Allah azze ve celle’nin şu sözü:

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ‫ ‫الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّاۜ لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌۚ

“Müminler ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, O’nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman imanlarını artırır. Onlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infak ederler. İşte gerçek müminler onlardır. Onlar için Rableri katında dereceler, bağışlanma ve değerli bir rızık vardır.” (Enfal: 2-4)

Düşün ki, Allah onları salih amelleri yaptıkları için gerçek müminler olarak vasıflandırmıştır. Bu, salih amellerin imana dahil olduğuna ve onun bir parçası olduğuna delildir.

Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

‫أَمَرَهُمْ: بِالإِيمَانِ بِاللَّهِ وَحْدَهُ، قَالَ: «أَتَدْرُونَ مَا الإِيمَانُ بِاللَّهِ وَحْدَهُ» قَالُوا: اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ، قَالَ: «شَهَادَةُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ ‫وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ، وَإِقَامُ الصَّلاَةِ، وَإِيتَاءُ الزَّكَاةِ، وَصِيَامُ رَمَضَانَ، وَأَنْ تُعْطُوا مِنَ المَغْنَمِ الخُمُسَ»

Size Allah’a iman etmenizi emrediyorum. Allah’a iman etmenin ne olduğunu biliyor musunuz?” Dediler ki: “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” Buyurdu ki: “Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmek, namazı ikame etmek, zekâtı vermek ve ganimetlerin beşte birini vermenizdir.” (Müttefekun aleyh)

Resulullah (s.a.v.) bu hadiste imanı salih amelle tefsir etmiştir.

Yine Resulullah (s.a.v.)’in şu sözü:

‫حَدَّثَنَا زُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ، حَدَّثَنَا جَرِيرٌ، عَنْ سُهَيْلٍ، عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ دِينَارٍ، عَنْ أَبِي صَالِحٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «الْإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ – أَوْ بِضْعٌ وَسِتُّونَ – شُعْبَةً، فَأَفْضَلُهَا قَوْلُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ، وَأَدْنَاهَا إِمَاطَةُ ‫الْأَذَى عَنِ الطَّرِيقِ، وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ الْإِيمَانِ»

“İman yetmiş küsur -veya altmış küsur- şubedir. En üstünü ‘La ilahe illallah’ sözü, en aşağısı yoldan eziyet veren şeyi kaldırmaktır. Haya da imandan bir şubedir.” (Müslim rivayet etmiştir)

İmamlar bu hadise önem vermişler ve bunu taatlerin imana dahil olmasının, onun şubelerinden sayılmasının bir aslı saymışlardır. Bu hadiste imanın, birçok şubesi olan bir asıl olduğu, her şubenin iman olarak isimlendirildiği beyan edilmiştir. Namaz imandandır, aynı şekilde oruç, hac, zekât ve haya, tevekkül gibi batıni ameller de… Bu şubelerden bazıları kaybolduğunda iman kaybolur (şehadet şubesi gibi), bazıları kaybolduğunda iman kaybolmaz (yoldan eziyet verici şeyi kaldırmak gibi). Bu ikisi arasında büyük farklılıklar gösteren şubeler vardır. Bazıları şehadet şubesine yakındır ve ona katılır, bazıları da eziyet verici şeyi kaldırma şubesine yakındır ve ona katılır.

İşte imanın hakikati ve rükünleri bunlardır. Kalp imanı ile organların imanı arasındaki ilişki birbirini gerektiren bir ilişkidir. Yani bir kulun kalbinde iman olduğunu iddia edip sonra salih amel işlemekten yüz çevirmesi, kötülükten vazgeçmemesi mümkün değildir. Bu iddia şer’ an faydasız olmakla birlikte, gerçekte de mevcut değildir. Çünkü kalbine iman yerleşen kimsenin organları amele, dili şehadete koşar.

İman konusundaki bu girişten sonra, Kur’an da bu konuda bize örnek gösterilmiş ve kendileri gibi iman etmemiz emredilmiş olan topluluktan bahsedecek olursak;

Sahabenin Tezkiyesi ve Sahabe Gibi İman

‫مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًاۘ س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚۛ وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى ‫سُوقِه۪ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظ۪يمًا

“Muhammed Allah’ın Resulüdür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’de ki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, çiftçilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp salih ameller işleyenler mağfiret ve büyük mükâfat vadetmiştir.” (Fetih 29)

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّت۪ي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا‫ لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِۜ وَاِنْ كَانَتْ لَكَب۪يرَةً اِلَّا عَلَى الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ اِنَّ ‫اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ

“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resul’ün de size şahit olması için sizi vasat bir millet kıldık. Senin yöneldiğin yeri (Kâbe’yi) biz ancak Resule uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırt etmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah’ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.” (Bakara 143)

‫وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ ‫وَرَضُوا عَنْهُ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

“Öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzel bir şekilde tabi olanlar var ya, işte, Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş.” (Tevbe 100)

‫عن أبي سعيد الخدري رضي الله عنه قال: قال النبي صلى الله عليه وسلم : «لا تَسُبُّوا ‫أصحابي، فلو أنَّ أحدَكم أَنْفَقَ مثل أُحُد، ذهَبًا ما بَلَغَ مُدَّ أحدهم، ولا نَصِيفَه».

“… Ebu Said El- Hudri r.a şöyle demiştir: Nebi s.a.v şöyle buyurdu: Sahabelerime sakın sövmeyiniz. Sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse, sahabelerden birinin iki avuç sadakasına erişemez. Hatta bunun yarısına bile ulaşamaz.” (İbn mace el bani sahihliyor.)

Sahabeler hakkında bu ve benzeri örnekler çoktur.

  • Ehli Sünnet itikadında sahabe umumen adildir.
  • Sahabenin adaletini umumen kullanırız ama onlar masum değildirler.
  • Sahabenin tümü için eşittir İslam diyebiliriz. Ama münferiden bunu diyemeyiz.
  • Sahabe, Allah ve Resulü (sav) tarafından tezkiye edilmiştir.
  • Allah ve Resulü’nün tezkiye ettiğini cerh etmek ise aslında Allah ve Resulü’nü ithamdır.
  • Sahabe cerh ve tadile tabii değildir.
  • Umumen Allah ve Resulü (sav) tarafından tezkiye edilmiş toplumun ise hususen cerh edilmesi mümkün değildir.
  • Allah azze ve celle Kuran da sahabeden umumen bahsederken Muhammed (sav) ile beraber olanlar diye bahsetmiştir. Nitekim onlar öyledirler. Bedir’de, Uhud’da, hendekte, Rıdvan biatinde her koşulda sahabe, Resullerinin yanında olmuşlardır. Allah’ta onları bu sebeple Muhammed Allah’ın elçisi onunla beraber olanlar diye tanımlamıştır.
  • Aynı zamanda Allah onlardan Tevrat’ta ve İncil’de dahi bahsetmiştir. Yine onları tüm ümmete örnek, şahit ve vasat bir toplum kılmış ve onların imanlarını zayi etmeyeceğini beyan etmiştir.
  • Yine Allah öne geçenlerin onlardan muhacir ve ensar olduğunu söyledik-ten sonra onların akabinde gelenlerin iman ve amellerinin kabul olması için yalnız onlara tabi olması gerektiğini söylemiştir.
  • Onlar ki daha hayatta iken Allah kendilerinden razı olmuş, onlarda Allah’tan razı olmuş ve ebedi cennet onlara müjdelenmiş kimselerdir. Yine Allah, Resulünü o sahabe toplumunun yardımı ile desteklemiştir.
  • Allah kitabında birçok yerde onlardan bahsetmiş, Kuranın ayetleri onlar hayatta iken nazil olmuştur. Bu sebep ile deriz ki sahabe, sözlerinin üzerine konuşulamayacak Allah kelamı ile tezkiye edilmiş bir toplum iken bize düşen sadece onları örnek alıp, onlar gibi iman etmektir.

‫فَإِنْ آمَنُوا بِمِثْلِ مَا آمَنْتُمْ بِهِ فَقَدِ اهْتَدَوْا وَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا هُمْ فِي شِقَاقٍ فَسَيَكْفِيكَهُمُ اللَّهُ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ‫

“Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar, dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir.” (Bakara 137)

‫وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءَتْ مَصِيرًا‫

“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Resule muhalefet eder ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve alır cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (Nisa 115)

Selef-i Sâlihîn Akidesi: Ebu Hanifenin Sözü

Tüm bu delillerden sonra deriz ki, Akidenin temelini oluşturan iman konusunda bize düşen bu topluluğu en iyi şekilde bilip tanımak ve imanımızı onların imanının seviyesini ulaştırmaya çalışmaktır. Eğer bunu başarabilirsek tıpkı Selef-i Sâlihîn yaptığı gibi Akidenin temel taşlarından birisini de sağlam bir şekilde yerine oturtmuş oluruz.


  1. Lisânu’l-Amb, el-Kâmûsu’l-Muhît, el-Mu’cemu’l-Vasît. (a-k-d maddesi). ↩︎
  2. Süneni Tirmizi 2303 Elbani: Sahih ↩︎
  3. İbn Mâce, Mukaddime 169; Müslim, Zekât 59; Nesâî, Tahrîm 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned ↩︎
  4. Müsnedi Bezzar 8993 Elbani: Sahih ↩︎
  5. Ebû Dâvûd 162 Elbani: Sahih, Tahâret 63; Dârekutnî, Sünen 1/43 ↩︎
  6. Lalkai Ehl-i Sünnet İnanç Esasları Şerhi ↩︎
  7. Müttefekun aleyh ↩︎
  8. El-İman 278 ↩︎

Soru Bölümü