Suud Selefiliği Nedir?
Son yıllarda bazı kesimler tarafından çokça kullanılan “Suud Selefiliği” tarifi doğru bir tarif midir? Değil midir? sorusuna şöyle cevap veriyoruz.
Öncelikli olarak Selefilik ne bir mezheb ne bir tarikat değildir. Selefilik, tarifi bizlere bırakılacak kadar sahipsiz de değildir.
Henüz mutekaddimun (ilk dönem) döneminde tarifi oturtturulmuş olan Selefilik, lugatta “öncekiler” manasına gelir. Bunun da delili Zuhruf Suresi 56. Ayeti kerimedeki kullanılış şeklidir.
Selefiliğin ıstılahi tarifi ise yine mutekaddimun alimler tarafından ifade edilen şekli ile “Kitap ve Sünneti Ashab gibi anlama menheci” demektir. Yani Selefilik mezheb değil menheçtir.
Selefilik kavramı Ehl-u Hadis, Ehl-u Eser, Ehl-u Sünneti Hassa vb isimler ile de anılmıştır.
İşin ehlince malum olan şudur ki şayet bir din, bir mezheb veya bir tarikat tarif edilecekse, o şeyin aslı esas alınır. Sonradan gelenlerin tarifi dikkate alınmaz.
Mesela Mu’tezile tarif edilecekse mutekaddimun dönemi olan Mu’tezile esas alınır. O dönemin imamları ve eserlerinden bahsedilir. Sonra gelenlerden bazı kimselerin kendilerini mutezileye nisbet etmeleri, ilk döneme ne kadar mutabık kaldıkları ile sağlaması yapılarak kabul edilir.
Tüm Bunlardan Sonra
Son zamanlarda taksim edilmeye çalışılan Selefilik, İlmi Selefilik, Cihadi Selefilik, Suud Selefiliği, Mısır Selefiliği vb tabirler kullanılarak taksim edilmeye çalışılmaktadır.
Bu taksimler ismen hatalı olduğu için müsemması da zaten kabul edilemez.
Zira Selefilik mezheb değildir ki meşrebleri olsun.
Selefin menhecinde ilim de vardır cihad da. Ayrıca Selefilik bir beldeye hasredilecek de değildir.
İman ettiğini iddia eden herkes selefe uymakla mükelleftir. Zira selef ilk üç dönem olan ashab, tabiin ve tebe-i tabiindir. Allah azze ve celle Bara 137, Nisa 115 ve Tevbe 100. Ayetlerde iman iddiasında bulunan herkese, ashabın imanı gibi iman etmeleri gerektiğini emretmiştir.
Selefi olduğunu iddia eden bazı kimselerin (bilhassa tekfircilerin) selefle alakası olmayan düşünceleri, kişinin kendisini bağlayan ve şahsına münhasır kalacak olan bir düşünceden öteye geçmeyecektir.
Bizler selefiliği kişiler veya beldeler ile değil bilakis kişileri, selefe iktida edip etmemeleri ile değerlendiririz.
Birilerinin alim tarifi için hapse girmiş olması, hala hapiste olması veya yaşadığı beldenin yönetimine baş kaldırması gibi gayr-ı ilmi şartları selef külliyen reddetmiştir.
Suud yönetimini selefi addedip sonra Suud yönetiminin hatalarını Selefiliğe mal eden eçhel kimselerin koydukları ölçü makbul değildir.
İlim ehlinin beldesi olmaz. Doğruların da hasredilecek muayyen bir beldesi olmaz. Doğrunun kimden geldiğine de bakılmaz. Zira Ayet el-Kursi’nin fazileti hakkındaki bir bilgi şeytanın itirafı ile yapılmış ve Rasulullah da bunu tasdiklemiştir. Yine Sahih-u Buhari’de Rasulullah (s.a.v), müşrik olan şair Lebid’in “ Allah Hakk, gayrı batıl” sözünü tasdik etmiştir.
İlimden nasibi kıt olan bazı kardeşlerimiz, hakkı söyleseler dahi alimin muharebe meydanında olmaması, yaşadığı belde yönetimine baş kaldırmaması veya hapiste olmaması sebebi ile hak kavilleri inkara gitmişlerdir.
Ez Cümle
Bizler için ölçü ne Türkiye ne Suud Ne Mısır ne de başka bir beldedir.
Hakkın kabulündeki ölçümüz ise alimin ilmi derecesi değil o mevzudaki ayet ve hadisi ashabın menheci ile aktarmasıdır.
Ne Suud Selefiliği kavramını, ne de Selefiliğin Suud’a hasredilmesini ilimden nasibi olan hiç kimse tasdik edemez.
Bizlerde bugüne kadar hiçbir mevzuyu ispat ederken ne muayyen bir alimi ne de muayyen bir beldenin alimlerini hüccet saymadık. Ancak fetvayı veren alim falan beldedendir diye de o hak sözü inkar etmedik. Sadece bazı kardeşlerimiz ispat edemedikleri iddialar ile hakkımıza girdiler.
En son oy verme meselesi hakkında bizler alimlerin fetvalarını naklederken “o alimler Suud’un alimleridir” “kralın sihirbazlarıdır” diyerek fetvaları reddedildi. Oysaki ne onlar Suud alimi idi ne de Suud alimi olsalardı bu inkara sebebi olurdu.
Onlar bize “Suud Hükümetinin zulmüne uğrayan alimler öyle demiyorlar, o zulme uğrayanlar oy verilmez diyorlar” dediler.
Bizlerde kendilerine Suud hükümeti tarafından zulmedilen Abdulaziz et-Tarifi ve Abdurrahman el-Berrak gibi alimlerin oy verileceğine dair fetvalarını getirdik.
Elbani (rhm)’de zamanında Suud’da zulme uğradı ancak Şeyh oy verileceğine dair fetva veriyordu. Şeyhin yasak dediği oy vermek değil parlamentoya girmektir oysaki kardeşlerimiz bunu dahi anlamadılar.
Ne cahilliklerini giderdik diye bize teşekkür ettiler ne de hakkı tasdik ettiler.
Ortaya çıkan tablo gösteriyor ki bize muhalefet eden kardeşlerimizin ölçüsü ne Suud ne Suud’un zulmettiği alimler ve ne de başka alimler. Zira dünyanın muhtelif yerlerinden ilim ehlinin sözleri ile ispat ettiğimiz bir çok meseleyi kardeşlerimiz inkar ederken “ o alimler kralların sihirbazları” dediler. Onlar ne alimleri ne memleketlerini dahi tanımıyorlardı.
Üzülerek söylemeliyim ki bu kardeşlerimiz ilme ve mürekkebe karşı oldukça cahildirler.
Cihan Elmas
04.04.2019